Talana karşı direnen ülke!
Fotoğraf: Envato
Artvin halkı kadınıyla, erkeğiyle günlerdir, kentte ve yaylalarında ayakta.
Türkiye’nin her yanındaki çevrecilerin ve çevre mücadelesi içindeki halk kesimlerinin gözü de son günlerde Artvinlilerin bu “topyekün mücadelesi”nde. Çünkü Artvinliler, genciyle yaşlısıyla Cerattepe’de kurdukları savunma hattında, Artvin’in o olağanüstü doğasını savunuyorlar.
Son bir haftadan beri Artvinlilerin mücadelesi öne çıkmış bulunuyor ama son haftalarda, Karadeniz’in sekiz büyük yaylasını birleştirmek amacıyla, Karadeniz dağlarını boydan boya geçecek “yeşil yol projesi”ne karşı da tüm Karadeniz halkı ayakta. Bu yolun Karadeniz’in yaylalarını ve doğasını maden şirketlerine, kapitalist işletmelere açacağını bilen halk, “yeşil yola hayır!” diyor.
Sadece Karadeniz’in, Artvin’in yaylaları ve vadileri değil tehdit altında olan. Bergama’dan Eşme’ye, Kaymaz’dan Hasankeyf’e, Kaz Dağlarından Toroslara, Türkiye’nin bütün orman, yayla, vadi, ırmak, ulusal park, tarih ve kültür varlığı, koruma alanı, birinci dereceden tarım alanı… demeden tüm yer altı ve yer üstü servetleri; maden, enerji, turizm-inşaat… firmalarının yağmasına açılmış durumda. Halkın oyuyla iktidara gelen hükümetler ve onların valileri, kaymakamları, güvenlik güçleri de büyük sermayenin ülkemizin en güzide doğal ve tarih-kültür varlıklarının yağmalanmasına direnen halkın direncinin kırılması için var güçleriyle çalışıyorlar.
Aslına bakılırsa ‘90’ların başında Bergamalıların, Eurogold’un bölgede altın madenciliği yapmak için başlattığı girişimlere karşı giriştikleri destansı mücadeleden beri Türkiye’nin köylüleri, küçük ve orta üreticileri, bu mücadelenin içindeler. Ve bu halk çeyrek yüzyıldan beri, kimi yerde madencilere, kimi yerde termikçilere, kimi yerde HES’çilere, kimi yerde genetiği ile oynanmış ürünlerle tarım yapmaya, kimi yerde nükleercilere, kimi yerde kıyı yağmacılığına, kimi yerde yol, çimento fabrikası… inşaatlarına karşı toprağını, suyunu, havasını korumak için mücadele ediyor.
Evet, mücadele düz ilerlemiyor. Çoğu zaman da yıllarca sürdükten sonra “yenilgiye” uğratılıyor. Ama şu da bir gerçek ki, bir yerde bitse de bu mücadele bir başka yerde önceki mücadelelerden de öğrenmiş olarak yeniden başlıyor. Hiç politikayla ilgisi olmamış insanlar bile bu mücadeleler içinde bir bilinç dönüşümüne uğruyor, mücadelenin en önünde yer alır duruma geliyor.
Yani, İkinci Dünya Savaşı yıllarında, özellikle de ‘60’lı yıllarda öne çıkan bir mücadele olan ve daha çok da tuzu kuru entelektüellerin faydasız bir faaliyeti olarak görülen “çevre mücadelesi”, çeyrek yüzyıldan beri, Türkiye’de köylülüğün topraklarını, suyunu, havasını, ormanını, merasını,…koruma, tarihi ve kültür varlıklarını savunma, tüm halkın gıda güvenliği mücadelesi olarak yükseliyor.
Bugün bu mücadeleyi, hiç çekinmeden; yer altı ve yer üstü kaynaklarının yağma ve talanına karşı direnen ülkenin mücadelesi olarak tarif edebiliriz.
Evet, 10-20 yıl öncesine göre bugün, “çevre duyarlılığı” çok artmıştır. Nitekim Artvinlilerin mücadelesine İstanbul’da, Karadeniz yaylalarının korunması mücadelesine ülkenin birçok kentinde dayanışma eylemleri yapılmıştır; daha da yapılacaktır. Ya da Mersin’e, Sinop’a kurulmak istenen nükleer santrallere karşı tüm Türkiye’de tepkiler ortaya çıkmıştır.
Dahası pek çok kentte ve bölgede çevre mücadelesi amaçlı geçici olmayan dernekler, platformlar ortaya çıkmıştır.
Kuşkusuz bu mücadele, bir ayağı uluslararası firmalarda öteki ayağı hükümette ve “yerli” büyük sermaye çevrelerinde olan firmalara ve hükümet politikalarına karşı bir mücadeledir. Ve bugün artık bu mücadelenin bileşenlerinin bir adım daha atarak, yerel özellikleri gözden kaçırmadan, daha stratejik bir mücadele örgütlemeyi başaracak biçimde bir “merkezileşme”ye de ihtiyacı olduğu apaçıktır. Kısacası mücadelenin geldiği yerde saldırının boyutları (aralarında elbette sıkı bir bağ var) bu mücadelenin, klasik “çevre hareketi gönüllüleri” olmayı aşan mücadele hattında birleşmeye, ortak bir mücadelenin parçası olmaya ihtiyacı vardır.
Evet, bu doğrultuda adımlar atıldığı, atılan adımların da önemli olduğu da bir gerçektir. Ancak, adımların mücadelenin gerçekleri gözden kaçırılmadan atılması gerektiğinden, çok da zamana yayılmaması önemlidir.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00