Vedat Aydın, Ali İsmail Korkmaz ve Hozan Serhad
Ya öğlen rakısı ya da gecikmiş kahvaltı için memleketin güneyinde denizin kenarına konuşlanmış güzel bir yazlık restoranda ama kışın garsonla muhabbete durmuşuz. Oralarda tanıdık biri olmasına imkân yok, kışın göbeğindeyiz, yazlık bir yerde kışın turist birine nasıl muamele edilebilirse, öyle. İleride gözlüksüz gözümün seçebildiği gazeteler var müthiş rehavet içindeki bakkalın önünde. “Aha bizim gazeteleri satıyorlar, buralarda bizimkiler vardır illa,” diye içimden mi geçirmiştim, söylemiş miydim, emin değilim. Siparişler veriliyor, müşteriyi misafir gibi gören tertemiz bir yer. Daha iki dakika geçmiyor, Diyarbakırlı olduğunu öğreniyorum. Kızıltepeliyim ben de, diyorum. On yaş en az var aramızda. Benim hafızamla onunki bir değil. 91’de ben sekiz yaşındaysam, o on sekiz.
“Vedat Aydın’ın cenazesini hiç unutmadım,” diyor çat diye. “Orada mıydın?” diyorum, çokça dinlediğim o cenazede olan biriyle daha tanışıyorum böylece, çok alakasız bir mevsimde, çok alakasız bir yerde ve çok alakasız bir saatte. “Kim değildi ki?” diyor. Sonra gidip gazeteleri falan alıyorum. Öylece oturuyorum oturduğum yerde. Bir kış güneşi aydınlatıyor dünyayı.
1991 yılının çok sıcak bir temmuz gününde evinden alınıp kontrgerilla tarafından katledilen Vedat Aydın’ın ölümünü üç kuşak Kürt, birbirine anlattı. Onunla aynı kuşakta olanlar ve “uyanış”ı birebir yaşayanlar, o cenazede genç olanlar ve çocuklukta hayal meyal hatırlayanlar. Hayal meyal hatırlayanlar dinledikçe öğrendi, genç olanlar anlatarak hafızasını diri tuttu, birebir yaşayanlar ise hep orada durdular. Sorunca söylediler.
O toprakların belki de bunca kalabalık sokağa çıktığı gün olarak geçti tarihe.
Temmuz’un 10’uydu o gün.
O cenazeden 3 yıl sonra bir oğlan çocuğu dünyaya geldi Antakya’da. 10 Temmuz 2013’te Eskişehir’de katledildi. Eskişehir’e üniversite okumaya gitti. İstanbul’da bir parkın kurtuluşu etrafında birleşen insanlara destek olmak için sokağa çıktı. O, onun bir önceki kuşağı sokağı dinlemişlerdi muhtemelen. Sorunca söyleyen büyükleri de olmuştu etraflarında. Bu defa onlar da çıktı sokağa. İçlerinden biri, baharın ilk günleri yaklaşırken, Newroz’dan birkaç gün önce Antakya’da doğan Ali İsmail “emri ben verdim”lerle, “kahraman esnaf”larla, “polisimiz çok sağduyulu davranmıştır”larla sokak ortasında katledildi. Ona “sağlam” raporu veren doktor, Hipokrat’ın zaten dinsiz bir zındık olduğunu yazdı. Kamera kayıtları kaçırıldı, nazlana nazlana davalar açıldı, bir dolu rezalet yaşandı herkesin gözü önünde.
Eğer bir “uyanış”tan söz edebilirsek ve bu uyanışı koca bir memlekete teşmil edersek, bu meyanda, Temmuz’un 10’u büyük acıların günüdür. Büyük acıların ve büyük uyanışların.
10 Temmuz 1999 var bir de. Takvim denen şeyin hafızası buralarda daima gürültülü. Kürtçenin bülbülü, sesini dağlara emanet eden Hozan Serhad Hakkâri’de bir savaşçı olarak dünyaya veda etti.
Görsem elini öpeceğim Vedat Aydın’ın, görsem koluna girip sokakları arşınlayacağım Ali İsmail’in, görsem karşısında hayranlıkla sesini dinleyeceğim Hozan Serhad’ın yaşadığı bu dünyayı el birliğiyle yaşanmaz bir yer yapmak için uğraşan herkese en içten lanet ediyorum. İnandığım her şeyle.
Evrensel'i Takip Et