16 Temmuz 2015 00:50

Fatih’in külliyesi

Fatih’in külliyesi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Büyükşehirlerde  işler çığırından çıktı. En iyi şartlarda ömrümüzün onda biri yollarda geçiyor. Koca ülkede yer kalmamış gibi nüfusun yarısı bir kaç büyükşehirde toplanmış. Enlemesine yerleşim tükendiğinden diklemesine yaşam şehrin üçüncü boyutunu da kirletmiş. Gökyüzü görünmez olmuş. Aynı şehir içerisinde Avrupa’nın ve Bangladeş’in sokaklarını görmek mümkün. Araç kullanırken kirlenen, sabırsızlaşan, bencilleşen ruhumuz şımarıklığımızdan çok ezilmişliğimizin dışa vurumu. Araçların modelleri, fiyatları yükseldikçe teknolojik gelişmeye ayak uyduramayan sosyal gelişmemiz trafik canavarı olarak kendini gösteriyor. Direksiyon başındaki canavar beynimizle, polis karşısındaki eğik başımız arasındaki orta yolu bir türlü ayarlayamıyoruz. Ara sokaklar çöplük. Herkes evini temizleyip pisliğini sokağa atıyor. 

Ama ülkeyi yönetenlerin derdi başka. Onlar için yaşam kalitesi, kapılmış bir deri koltuk ve emirlerine verilen üç, beş kuruşluk araç ile bir sekreter. Üst üste koydukları servetlerini koruyabilme ve arttırabilmenin verdiği sıkıntı ile gerileyen insanlıkları. Rüyaları, Sam Amca’nın “Daha fazlasını iste” sloganı ile donatılmış kırk yıldızlı şapkasından ibaret. Oysa örnek aldıklarını iddia ettikleri dedeleri Fatih Sultan Mehmet ne yapmış? Bir ferman yayımlamış.

“Ben aciz kul Fatih Sultan Mehmet,  alın terimle kazanmış olduğum akçelerimle satın aldığım İstanbul’un Taşlık mevkiinde 136  dükkanımı aşağıdaki şartlarda  vakfediyorum. Bu gayrımenkullerimden  elde edilecek  nema’larla İstanbul’un her sokağına ikişer kişi tayin eyledim. Bunlar ki ellerindeki bir kap içinde kireç tozu ve kömür külü olduğu halde günün belirli saatlerinde bu sokakları gezeler. Bu sokaklara tükürenlerin, tükürükleri üzerine bu tozu dökeler ki, yevmiye 20 şer akçe alsınlar.

Ayrıca 10 cerrah, 10 tabip ve 3 de yara sarıcı tayin ve nasp eyledim. Bunlar ki ayın belirli günlerinde İstanbul’a çıkalar, her kapıyı vuralar ve o evde hasta olup olmadığını soralar. Var ise şifası ya da mümkün ise şifayap olalar. Değilse kendilerinden hiçbir karşılık beklemeksizin Darülaceze’ye kaldırılarak orada salah bulduralar. 

Ayrıca külliyemde (Bu külliye şimdiki külliye  değil)  bina ve inşa eylediğim imarathanede İstanbul fukarası yemek yiyeler. Ancak yemek yemeye veya almaya bizatihi kendüleri gelmeyup yemeklerini güneşin loş bir karanlığında ve kimse görmeden kapalı kaplar içerisinde evlerine götürüle.”

Şimdi ister misiniz devletliler Fatih Sultan Mehmet’i örnek alıp, “Biz ve bilumum mahdumlarımız, zevcelerimiz, servetimizi vakfettik. Hastalara ücretsiz bakıla, ülkenin sokakları temizlene, ormanları koruna, fakir fukaraya kimseye belli etmeden yemek dağıtıla. Bu işler yapılırken zinhar televizyon kameraları sokulmaya” desinler.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa