Erkan Oğur’un ihya ettiği gazellerden birinin adıdır “Seyreyle Güzel”. Türkiye sinemasının dönüm noktalarından biri olduğu konusunda üzerinde uzlaşılmış 1996 tarihli Yavuz Turgul filmi Eşkıya’nın film müziklerinden biri olarak yaygınlaşmıştı: Benim halen dinlediğim kayıt, bir Tarlabaşı damında oteldeki küçük çocukla eşkıya Baran’ın (Şener Şen) kısacık diyaloguyla başlar: “Ekşıya ne?” “Yol kesen, haraç alan, dağlarda yaşayan, yani senin benim gibi insanoğlu.” “Sen ekşıya tanır mısın?” “Birini bilirim, adı Baran’dı!”

Seyreyle güzel kudret-i mevlâ neler eyler
Allah’a sığın adl-i Teâlâ neler eyler

Ben çok berber tanıdım. Tanıdığım ilk berber, bahçedeki düğünlerden birinden hemen önceydi. Şükrü Abi damat tıraşı için eve gelmiş, şaşkın bakışlarım eşliğinde damadı salonun ortasında tıraş etmeye başlamıştı. Berber dükkânlarını sevmezdim, koltuğa boyum yetmediği için bir tahta münasebetiyle boyum yükseltilir, boynumu çok sıkan önlükten aşırı sıkılırdım. Önlüğün arkasına iliştirilen toplu iğnelerden korkardım da. Sanki hareket ettiğim an batacakmış gibi. Saçımın nasıl kesileceği konusunda henüz konuşacak durumda olmadığım yaşlardaydım. Büyüklerim nasıl uygun görüyorsa öyle. Pudra kokusu, kolonyanın yapışan kokusu, havluların yıkandığı sabunun kokusu birbirine karışır ve midemi biraz kaldırırdı. Elimden gelse saçımın uzamasını durdurur, hayatım boyunca berbere gitmezdim. Berbere gideceğimin kesinleştiği zamanlarda içimin çok sıkıldığını, aşırı sıkıldığını ama kimseciklere diyemediğim çok vazıh bir duygu olarak aklımda. Geçti mi peki? Sanırım pek geçmedi.
“Benim berberim budur,” diyeceğim berberi memlekette bıraktım ve nereden bakarsak bakalım, araya 15 yıl girdi. İstanbul’da bir türlü “her zamankinden” diyebileceğim, “senin berber zamanın gelmiştir” diye SMS atacak kadar ahbap olduğu bir berberim olmadı. Önünden geçerken “acaba bugün ne gibi saçma gazeteler koymuş ortalığa” diyebileceğim bir berberim de olmadı keza. Huyumu bildiği için önlüğü az sıkacak, tıraştan sonra yıkama hadisesine teşne olup olmadığımı sezecek bir berberim zaten olmadı. Her defasında iç sıkkınlığıyla, sürprizlere hazırlıklı, muhabbetten kaçarak ve aynaya uzun uzun bakmayarak girdim berber dükkânlarına. Aynaya uzun bakarsan delirirsin. Böyle öğrenmiştim küçükken. Küçükken öğrendiğim kimi şeylere manasızca anlamlar atfettiğim doğrudur.
Berberleri, daha doğrusu berbersizliğimi anımsamamın sebebi belli: Adem Erkoçak – Tanıl Bora mamulü bir kitap.
Adem’in önce adını duydum, sonra kendini tanıdım. Neredeyse hiç para harcamadan İstanbul’da yaşayan ve hiç sıkıntı çekmeyen ve bu para harcamadan yaşamak meselesini de öyle çok büyütmeden, şiirselleştirmeden, liriklik katmadan mis gibi yaşayan bir adamdı. Gümüşsuyu’nda Boğaz’ı gören bir terasta çay içerken Boğaz üzerine konuştuğumuzu ve her gün bu manzarayı görmenin hayatta haksızlık gibi bir şeye tekabül ettiğini konuştuğumuzu anımsıyorum. O Suriçi’nde yaşıyordu, banliyö treni kullanıyordu. Ben yürüyordum daha çok; sonra ikimiz de başka evlere taşındık. O Suriçi’nde kaldı gene, ben sılayı rahime, Anadolu yakasına geri döndüm. Kusuru az bir bahçeye baktım; halen de bakıyorum. İçinde çok güzel kediler var.
Sonra Adem dünyanın ilk ve tek meyhane muhabiri oldu. Mesai saati bilindik mesai saatlerinin dışındaydı; biz akşam 6 gibi çıkarken, o henüz hayata karışıyordu. İstanbul’un birçok semtinde, mahallesinde, sokağında gezdi, meyhane hikâyeleri derledi, meyhane emekçileriyle sohbet etti, müdavimleri tespit etti, tanıdı, konuştu. Fotoğraf da çekti elindeki küçük ama maharetli makinayla. Yazılarının birçoğunun editörlüğünü yaptım; bazılarına şerhler düştüm, büyük bölümünü hevesle okudum.
Sonra kitapçılarda bir kitap, Bir Berber Bir Berbere... Hevesle okudum okumasına ama içimde sürekli o soru dolandı durdu. “Bir berber tanıdım, adı...” cümlesini tamamlayabiliyor muyum? Hayır. Berberi olan insanlara özendim durdum. Hasan Ali Toptaş’ın ikiz dayısına, Ercan Kesal’ın kasabadaki berberlerine, Adem’in fotoğraflarını çektiği o güzelim berber salonlarına da özendim durdum. Dedim bir berber yazısı yazayım bari. Onu da yazamadım. Bir berber bulamadım, gün akşam oldu. Bari Seyreyle Güzel dinleyeyim.
Sen ekşıya tanır mısın?

@bahcelikusur

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yüzsüzlük seferberliği

Yüzsüzlük seferberliği

“Vergide adalet” sözünü ağzından düşürmeyen Maliye Bakanı Şimşek’in başlattığı seferberlikten yine sermayeye kıyak çıktı. Bütçede sermayeden alınacak 2.2 trilyon TL vergi gelirinden vazgeçen iktidar, trilyonlarca liralık gelir elde eden 100 şirketin, 62.5 milyar liralık vergisini erteledi. Yüksek enflasyon nedeniyle Türkiye’nin en zenginleri listesinde yer alan patronların ödeyeceği vergi kuşa dönecek.

Borsa İstanbul’da işlem gören ve 2024 yılında 3.6 trilyon TL gelir elde eden 100 büyük şirketten 62.5 milyar TL tutarında vergi tahsil edilmedi.

Türkiye’nin en zengin 10 ismine ait sadece 8 şirketin toplam 18 milyar TL’lik vergi borcu ertelendi.

Çevre Bakanı Kurum’un Emlak Konut Genel Müdürlüğü döneminde özelleştirilen Emlak Konut’tan tahsil edilmesi gereken 6.9 milyar TL tutarında vergi alacağı ertelendi.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
MEB’in tarikatlardan sonra Ülkü Ocaklarıyla protokol imzalamasının ardından Ülkü Ocaklarının okullarda düzenlediği etkinliklerin propaganda ve eleman kazanmaya dönüştüğü iddiaları gündeme geldi

Evrensel'i Takip Et