Edebiyat, edep ve kalıplar
Ankara’da doğdum büyüdüm. Bana hep Ankara’daki en iyi liselerden birinde okuduğum söylendi. Bense, “Okulun iyisi buysa kötüsünü düşünmek bile istemem. Çocuk ve gençler böyle okulları hak etmiyor!” diye düşündüm. Okulları değiştirmeyi kafama koydum. Böyle düşündüğüm için yolum psikolojiye çıktı; sonra da çocukları ve gençleri daha iyi anlamak için gelişim psikolojisine yöneldim. Yıllar geçti. Türkiye’de okullar hâlâ berbat. Daha iyi okullar için durmadan mücadele etmek gerekiyor.
Eğitimle ilgili toplantılarda yaptığım birçok konuşmada hemen en başta yukarıdaki gibi bir başlangıç yaparım. Türkiye’de okulların bir türlü bitmek bilmeyen bir kabusa benzediğini vurgulamak için.
Bu kabusun içerisinde edebiyat ve tarih dersleri mimlidir. Bu derslere giren öğretmenlerin birçoğu eskiden beri resmi söyleme uygun müfredata sadık kalmaya, hatta bunun ötesine geçip öğrencilerin kafalarına düpedüz çağ dışı düşünceler kazımaya çabalarlar.
Aklıma hemen “iyi lise” olduğu söylenen okulumda derslerde, sıranın altından Nazım Hikmet okumaya çalışan bir arkadaşım geliyor. Edebiyat dersi vardı ama biz okumayı seven gençler nedense edebiyat dersini sevmiyorduk.
12 Eylül ardından edebiyat ve tarih derslerine giren öğretmenler hızla değişti. Okula genç öğretmenler gelmeye başladı. Dünyayı dogmalara sıkıştırmaya çalışan, kızlarla erkeklerin bir arada olmasından bile rahatsız olan garip öğretmenler. Sonradan anladık ki, o öğretmenlerin taşıdığı zihniyet tüm ülkeye yayılacaktı.
***
Şimdi “Ankara’da en iyi liselerden biri” olduğu söylenen lisemi bir yana bırakıp, “İstanbul’daki en iyi liselerden biri” olduğu söylenen bir liseye gelelim. Bu liseye giden gençler şanslı olsa gerek çünkü gayet farklı bir edebiyat öğretmenleri var. Adı Melike Koçak.
Melike edebiyatın kalıplar, süsler ve seçkin bir dünyanın ürünü olmadığını kavramış öğretmenlerden. Yalnız okumayı değil, yazmayı da seven; dünyanın gidişine kafa yoran bir öğretmen.
Kadınların susturulması için büyük çaba gösterilen bir dönemde susmak istemeyen, doğru bildiğini söylemekten çekinmeyen bir kadın. Er ya da geç dünyayı sorgulamaya başlayan gençlerin kendilerine gerçekten yakın bulacakları genç bir öğretmen.
Dünyayı sorgulayan liseliler yazmak, üretmek, sınırları zorlamak isterlerse, buna şaşırmamak gerekir. Dünyayı sorgulayan bir öbek liseli genç bir dergi çıkarmak isterse bu bir pırıltıdır, bir filizdir. Alkışlamak, desteklemek, beslemek gerekir. Bir edebiyat öğretmeni liseli gençler dergi çıkarmak istediğinde onlara susmalarını nasıl söyleyebilir ki?
***
Olanları okumuş olabilirsiniz. Okumamış olanlar için özetle, Notre Dame de Sion Fransız Lisesi’nde okuyan gençler bir dergi çıkarmışlar; adını “Tavuskuşu” koymuşlar. Dergi tam da liselilerin çıkaracağı türden bir dergi. Okuyup inceledim, beğendim.
Dergiyi çıkaranlar sınırları zorlamak istediklerinde, karşılarında yöneticileri bulmuşlar. Giderek yaygınlaşan “Edep yahu!” benzeri bir tepki almışlar, derginin diğer öğrenciler için “psikolojik açıdan sakıncalı” olabileceği söylenmiş.
Liselilerin edebiyat öğretmeni bu dergiyi “sakıncalı” bulan yöneticilere, benim gibi 12 Eylül sonrasını bilenlerin söyleyecekleri bir laf etmiş: “Siz 12 Eylül öğretmeni olabilirsiniz, ben bunu olmayı kabul etmiyorum!” demiş.
***
Yıl 2015. 12 Eylül ile getirilen kabus sürüyor. “En iyi okullar” hâlâ çocuk ve gençlerin baskı ve zorlama ile kalıplara döküldüğü fabrikalar gibi işliyor.
Daha kötüsü, artık her okul “edep” ve “maneviyat” ile dolu. Ülke talan, sahtekârlık, adaletsizlik ve şiddete battıkça, okullarda “maneviyat” dozu artıyor. Melike öğretmene yapılan haksızlık aslında bu düzenin doğal bir sonucu.
Belki duyan olur, yine söyleyelim. Çocuklar ve gençlere bugün edebiyat, sanat, özgürlük ve adalet gerekli. Edep ve kalıplar bırakın tarih olsun...
Evrensel'i Takip Et