21 Temmuz 2015 00:19

Viyana Anlaşması'na ilişkin tespitler

Viyana Anlaşması'na ilişkin tespitler

Fotoğraf: Envato

Paylaş

İran’la P5+1 ülkeleri (Almanya ve BM Güvenli Konseyi daimi üyesi ABD, Rusya, Çin, Britanya, Fransa) ve AB arasında sürdürülen müzakereler 14 Temmuz’da Ortak Kapsamlı Eylem Planı adı verilen bir metinle sonuçlandırıldı. Bu dönemin en önemli diplomatik gelişmesi olan bu anlaşmaya ilişkin bazı gözlemleri paylaşmak istiyorum:

1.Mevcut hakim askeri stratejiler çerçevesinde nükleer silahlar bir devletin diğer bir devlete karşı en etkili savunma aracıdır. Nükleer savaşın caydırıcılığı nükleer silah sahibi devlete yönelik bir saldırıyı kabul edilemez bir risk haline getirmektedir. Nükleer silah sahibi olan devletler dünya düzeninin askeri hiyerarşisinde önemli bir statü elde etmektedirler. Bu açıdan nükleer silahların yayılmasının önlenmesi ABD ve Batılı müttefiklerinin başlıca siyasi hedefidir.

2.Bu hedefe nasıl varılacağı ABD’deki temel stratejik tartışmayı oluşturmaktadır. Tartışma kabaca nükleer silah elde etmeye çalışan devletlere askeri harekat düzenlemeyi öneren müdahalecilerle, uluslararası diplomatik çabayla Soğuk Savaş döneminde oluşturulmuş normatif ve hukuki çerçeveyi güncellemeyi öneren müzakereciler arasında sürdürülmektedir. Cumhuriyetçiler içindeki sesi gür bir kanat müdahaleci, Demokratlar içindeki hakim kanat ise müzakerecidir.

3. Bu iki kanat arasındaki siyasi hedef açısından bir fark yoktur. Kanatlar uygulanması gereken yöntem üzerinde farklılaşmaktadır. Ancak bu fark sadece uluslararası nükleer rejim konusuyla sınırlı değildir; ABD hegemonyasının yönetişim tekniğiyle ilgilidir. Dünyadaki en öldürücü silaha kimlerin sahip olacağı sorunu “en yüksek  siyaset” konusudur.

4. Kanatlar arasındaki farklılık ABD’nin müttefikleri arasındaki bir ayrıma da denk düşmektedir. Avrupalı müttefikler İran’la müzakereyi desteklerken İsrail ve Suudi Arabistan ABD’yi İran’a yönelik askeri bir müdahaleye itmeye çalışmaktadır.

5. İsrail Cumhuriyetçilerin ağırlıkta olduğu Kongre’deki etkisini kullanarak Viyana Anlaşması’nın onaylanmasını engellemeye çalışmaktadır. Ancak ABD’nin Ortadoğu’da İran’a karşı bir savaşa girmesi kamuoyunda kabul görmediği gibi, İsrail’in politikaları hem ABD hem de Avrupa’da halk nezdinde giderek daha fazla tepki görmektedir.
Bazı İsrailli yorumcuların Netanyahu’nun Obama’yı destekleyen Amerikan Yahudilerini kaybettiğini vurgulamaları boşuna değildir.

6. ABD’den istedikleri desteği bulamayan İsrail ve Suudi Arabistan İran’a karşı yeni bir bölgesel eksen yaratmaktadırlar. Bu eksenin bir ucunda Mısır, diğer ucunda Türkiye bulunmaktadır. Bu eksen bölgedeki İran etkisini kırmak için uğraşacaktır ancak eksenin kendi içindeki çatışmalar bu çabaların başarısını olumsuz etkileyecektir. Mısır ve Türkiye gibi birbiriyle hasmane ilişkiler içinde olan iki devletin arasında eşgüdüm sağlamak kolay olmayacağı gibi, İran’ın eli de armut toplamayacaktır. Ekseni oluşturan devletlerin kendi aralarında ciddi güven sorunları vardır ve Filistin, Libya, Yemen, Suriye, Irak gibi sıcak bölgesel çatışmalarda farklı, kimi zaman çelişen politikalar izlemektedirler. Bu çelişkiler ekseni dağıtmak isteyen güçler tarafından kullanılacaktır.

7. İsrail ve Suudi Arabistan’ın Obama’nın diplomatik hamlelerini boşa çıkarmak için başlattıkları bu bağımsız girişimin ABD’nin iradesini değiştirmesi şu anda mümkün görünmemektedir. Kongre’deki lobi grupları ve Cumhuriyetçilere güvenmek İsrail-Suudi eksenini kargalar kılavuzluğunda bir yolculuğa mecbur bırakabilir. Önümüzdeki dönemde seçilecek başkanın Obama’dan farklı bir İran politikası izleyeceğine yönelik bir işaret yok. Ayrıca Beyaz Saray anlaşmanın bir anlaşma olmadığını iddia ederek Kongre’nin bu konudaki etkisini kırmaya çalıştığı malum. Daha geçen haftalarda başkana TPP ve TTIP için yetki veren Cumhuriyetçiler yürütmenin dış politikadaki elini kendileri güçlendirdiler. Liberal gazete New York Times’da Chuck Freilich’in İsrail’e yönelik uyarısını bu çerçevede okumak lazım: “Küçük ortak olmanın gereği ne zaman ‘Yeter artık. Söyleyeceğimizi söyledik. Şimdi takım oyuncusu olmanın zamanı’ demek gerektiğini bilmektir”(19.07.2015).

8. Son olarak Viyana düzeninin büyük güçler tarafından oluşturulduğunu belirmekte fayda var. ABD açısından masada oturan Avrupa’nın sesi İsrail ve Suudi Arabistan’dan çok daha fazla ağırlık taşır. Masada Rusya ve Çin’le de uzlaşma sağlanmış olması bugünkü düzenin devamı açısından yaşamsal önemdedir. Bir hegemon olarak ABD’nin temel rolü bu düzenin devamını sağlamaktır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa