Yılanın başı ezilmedikçe katliamlar sürecek
Fotoğraf: Envato
‘Arap Baharı’ Suriye kapılarını çaldığından bu yana Rojava ve Güney Kürdistan’ın yanı sıra Suriye ve Ortadoğu eksenli onlarca yazı kaleme aldım. 2013’ten bu yana da IŞİD ile ilgili birçok yazıya imza attım. Yazdığım kadar da konuştum dersem yeridir. Ama hiçbir yazımın, hiçbir panel, sohbet veya programda yaptığım konuşmanın şu an yazdıklarım kadar zor olduğunu sanmıyorum.
Zor, evet zor...
Onlarca gencin katledildiği kentte, daha gençlerimizin kanı kurumadan yazılan bir makaleyi kaleme almak zor olmaz mı?
Yakılan, yıkılan, haritadan silinmek istenen bir kente, direnişin kalesi Kobanê’ye oyuncak götüren, çocuk parkı yapacak olan, yıkılan her taşın üstüne bir taş da kendileri koyacak gençlerin katlinin üzerine ne yazılabilir?
Göz göre göre gelen bir katliamla ilgili ne denebilir?
Hatırlayanlar bilir, birçok yazımda IŞİD’in saldıracağını, insanları katledeceğini, buna muktedir bir örgüt olduğunu belirtmiştim. Çünkü karşıdaki düşman bilinmeyen, tanınmayan bir güç değildi.
Her ne kadar IŞİD 2013’ten sonra gündemimize girmiş olsa bile biliyoruz ki bu cihatçı faşist örgüt, kökeni 1979’lara kadar uzanan, Afganistan’da Sovyetler Birliği ve İran’a karşı ABD’nin desteklediği, Suudi Arabistan’ın finanse ettiği, CIA’nın eğitip donattığı bir anlayışın, şimdiye kadar güçlenerek gelen devamı. Bunların Kaide’ye dönüşmeleri 1991’de 1. Körfez Savaşı sonrasına rastlar. ABD yüzünü en sadık dostu Saddam’a dönüp, onu alaşağı etmeye niyetlendiğinde artık Sovyetler Birliği de tehlike olmaktan çıkmış Rusya’ya dönüşmüştü. Tek kutuplu dünyada ABD’nin kendi eliyle büyüttüklerine ihtiyacı kalmamıştı.
Tam burada kanlı örgütlerin imdadına ABD’nin Irak politikası yetişti.
ABD’nin Irak’taki Saddamsızlaştırma politikası zamanla Baassızlaştırmaya, oradan da Sünnisizleştirmeye dönüştü. Deyim yerindeyse ABD Saddam’dan temizlediği Irak’ın Şiilerini İran’a, Sünnilerini de Afganistan artığı cihatçı örgütlere altın tepside sundu. Bu arada ABD’nin arka kapı olarak kullandığı Pakistan da bu cihatçı örgütlerin üssüne dönüştü. Bu örgütler Pakistan ile sınırlı kalmadı. Irak’tan Kuzey Afrika’ya dünyanın birçok bölgesine dağılmaya ve savaşmaya başladı.
2. Körfez Savaşı sonrası yaşananlar bunların gelişimine kısmen sekte vursa da Sünniler arasında taban bulmalarını engellemedi. Saddam’dan sonraki Merkezi Irak Hükümetinin yüzünü Şiilere dönmesi, mezhepçi bir anlayışla Sünnileri dışlaması bunların Sünniler arasında daha geniş taban bulmalarına da zemin sağladı. Yine de 2011 Suriye Krizi’ne kadar bunlar askeri olarak alan kaybetmeye başladılar. Ancak bu örgütlerin Irak’ta alan hakimiyetleri zayıflasa bile katletme güçleri, bombalı saldırı düzenleme yetenekleri hep kaldı ve giderek de bu güç ve yetenekleri gelişti.
Suriye Krizi alan kaybeden bu örgütlere can simidi oldu. Esad’ı bir ayda götürecekleri rüyası gören Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi devletler deneyimleriyle dalga geçilemeyecek bu cihatçı örgütlere sarıldılar. Bugün çok daha net görülüyor ki el Nusra’yı Rojava üzerinden Suriye’ye taşıyan, el Nusra’nın IŞİD’e yenilmesiyle bu kez IŞİD’in kucağına düşen Türkiye’nin kendisidir. Türkiye, Kürt karşıtlığını bu cihatçı örgütlere verdiği destekle sahada yaşama geçirmeye çalıştı. Şiileri bunlarla alt edeceklerine inanan Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkeler de Türkiye ile birlikte bu örgütlere başta finans olmak üzere büyük bir destek verdiler.
Hiç kimsenin hesap etmediği Rojavalı Kürtlerin ne yapacağıydı. YPG ve YPJ, hem IŞİD’in, hem de destekçilerinin politikalarını, saldırılarını yerle bir etti. Bu yetmez, kendisine saldıranlar da dahil herkese insanlık dersi verdi. Son olarak ise IŞİD’i Tel Abyad’dan defetti. Çünkü IŞİD’i tanıyorlardı, ondan korkulmayacağını bilecek kadar da inançlıydılar.
IŞİD’in, Kobanê’ye saldırıp 230’un üstünde insanı ve nihayetinde Suruç’ta onlarca Türkiyeli sosyalist genci, yurtsever devrimci Kürt gencini katletmesinin bir nedeni de YPG ve YPJ karşısında Rojava’da aldığı yenilgidir. Bunu hazmedemeyen IŞİD kılıcını ilk olarak Kürtlere çekti. Ama hiç unutmayalım, bu kılıç daha başkalarına da çekilecek. Kendini var edenleri baş düşman ilan edenlerin, tüm kıymeti harbiyesi kendine destek vermek olanlara ne yapacağını varın siz düşünün!
Şurası artık net; Suruç Katliamı Türkiye açısından bir milattır. Türkiye bir yol ayrımındadır. Biliyorum, bu yol ayrımı Türkiye için en riskli dönemdir. Türkiye ya IŞİD’i kendine müttefik kabul etmeye devam edip dünyadan dışlanacak; ya da Kürtlerle, Türkiye’nin devrimci dinamikleriyle iş birliğini benimseyip yeni bir tarih yazacak.
Şu da belli. Her iki seçenekte de IŞİD, öncelleri gibi alandan koptukça, alan hakimiyetini yitirdikçe bombalı saldırılarını, katliamlarını artıracak. Bunu yapacak kapasite ve deneyimi de var. Belki öncelikli olarak Türkiye’yi değil, ağırlıkla Kuzeyli Kürtleri ve elbet Rojava’yı, Güneyli Kürtleri hedef alacak. Ama sakın ha sakın! Durum bu olsa bile kimse, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” demesin. Yılan dokunuyor, dokunacak ve bu cihatçı katil sürülerine karşı ortaklık geliştirilmedikçe dokunmaya da devam edecek.
- Evrensel ailesine yürekten teşekkürlerimle... 14 Şubat 2018 00:52
- Oyun kuruculuk bitmişti, oyun bozuculuk da bitiyor!.. 17 Ocak 2018 00:17
- Irak Kürdistanı'nda durum dünden iyi değil 10 Ocak 2018 00:15
- Tükenmeyen umut en büyük kazanımdır 03 Ocak 2018 00:53
- Gidişat iyi değil 27 Aralık 2017 01:00
- ABD, Türkiye'yi defterden sildi mi? 20 Aralık 2017 00:15
- Duymayanlara duyurmak, işitmeyenlere seslenmek… 06 Aralık 2017 00:02
- Kerkük, Kürtlere ders oldu mu? 29 Kasım 2017 00:15
- Erdoğan, Rusya’yla büyük oynuyor 22 Kasım 2017 00:53
- MHP'nin baraj, AKP'nin çoğunluk telaşı 14 Kasım 2017 23:48
- Kürtler yine seçim dışına itilir mi? 08 Kasım 2017 00:15
- AKP hükümeti treni kaçırdı 01 Kasım 2017 00:55