22 Temmuz 2015

İnsan olmanın ve barışın önündeki engel: Okul

Geçen hafta, koyu asfalt grisi rengine rağmen “Yeşil Yol” adı verilen ve Karadeniz bölgesindeki yaylaları birleştirmekten ziyade bölüp parçalamak amaçlı bir doğa katliamı projesine karşı çıkmak için yöre halkını desteklemek amacıyla gelen insanlara “dışarıdan gelenler” diyerek tam olarak ne söylediği anlaşılmayan bir kamu görevlisinin ve genel olarak da siyasi otoritenin böyle durumlarda kullandığı dile değinmiştim. Dayanışma davranışını gösteren kitleye karşı iktidarın ürettiği ötekileştirici, düşmanlaştırıcı, marjinalleştirici söyleme değinerek de yazıyı şöyle bitirmiştim: “… İktidar zulme karşı duran kitleler fikrinden rahatsız olur, çaresiz kalır, meşruiyetini kaybetme tehlikesiyle karşılaşır. İktidar ister ki, insanlar birbiriyle dayanışmasın, rekabet etsin, birbirinden uzak dursun, insanlar tek kalsın, yalnız, çaresiz ve güçsüz hissetsin.”

Bu hafta da, iktidarın bu dili kullandığı ve bu dilin dayandığı anlayışı öğretmek ve yeniden üretmek istediği bir ortamdan söz edeyim: “OKUL”. Daha önce de bu konuya farklı şekillerde değinmiştim. Yine yeri geldi. Okul hangi mekanizmalarla veya nasıl yapar da insanların birbiriyle dayanışmasını engeller, bireylere birbiriyle rekabet etmeyi öğretir, bireyleri birbirinden nasıl uzak tutar, bireyleri nasıl tek, yalnız, çaresiz ve güçsüz bırakır veya nasıl eder de bireyleri yalnız, çaresiz ve güçsüz hissettirir?
Yukarıdaki satırları okuduğunuzda belki de okul yıllarına gittiniz ve çağrışım mekanizmasıyla okulun bu belirttiğim şeyleri nasıl ve hangi yolla yaptığını birdenbire fark ettiniz. Örneğin sınıftaki oturma biçimi... Öğrenciler birbirinin ensesini görür. En fazla, aynı hizada oturduğu kişilerin omuzlarını, yüzlerini görme şansı vardır, bakarsa ya da bakmaya yeltenirse tabii. Öğrenci ders sırasında kafasını sağa sola çevirir de aynı hizada olduğu kendi gibi öğrencilere bakmaya kalkarsa öğretmen uyarır; bunu fazlaca yaparsa, öğretmen onu sınıftan atar, cezaya kaldırır, en öndeki duvar köşesine gönderir ve sınıfa arkası dönük ve tek ayak üstünde durmasını ister. Böylece kimseyi göremez ceza alan öğrenci ama ceza alan öğrenciyi herkes görür ve ibret alır(!)

Herkes kendi aldığı başarı notundan sorumludur. İlla ki bir not alırlar, çok gerekliymiş gibi... Ve bu notu alırken, örneğin yazılı sınav sırasında birbirlerinden uzakta tek başına oturtulurlar ve kopya çekmeleri yasaktır. Sözlü sınavda öğrenci sınıftakilere bakamaz, yoksa ona doğru cevabı söyleyebilirler ve bu yine kopya sayılır. Her öğrenci kendi başına bu sınavların üstesinden gelmek zorunda kaldığı için tek ve yalnız başınadır ve kendisini güçsüz ve çaresiz hisseder. Bu da kaygısını arttırır. Bunu da sınav kaygısı diye etiketleyip psikolojik yardım paketi olarak pazarlayan uzmanlar vardır öğrencilere yardım ettiklerini iddia eden... Öğrenci niye öğrenmek istediklerini öğrenip öğrenmemekten kendisi sorumlu olmasın; illa sınıfta düzeni sağlayan bir otoriteye mi gerek var? Öğrenme yardımcısı olmaktan öte niye korkutucu ve kaygı yaratıcı bir rol oynasın öğretmen.

Öğrenme süreci içinde öğrenciler birbirlerinin yüzlerini göremedikleri için birbirlerinden yardım da alamazlar. Oysaki birbirlerine ayna vazifesi görmeleri, etkileşim ve dayanışma yoluyla öğrenmelerini kolaylaştıran bir şeydir. Ama ne gerek var ki etkileşim ve dayanışma yoluyla öğrenmeye? O zaman hepsi öğrenir. O da olmaz. Sadece bazıları öğrenmeli. Birçok bazısı da başarısız olmalı ki, okula devam edemesin. Bu şekilde herkes birbiriyle rekabet etmeyi de öğrenir. Zaten gerek yazılı gerekse sözlü sınav sırasında yalnız başına kalır öğrenci. Böylece kendini güçsüz ve çaresiz hissedenler dışındaki bir avuç öğrenci güçlü ve başarılı olabilir. Zaten kapitalist sistemin de güçlü ve başarılı yönetici ve girişimci kişilerle, kendini güçsüz ve çaresiz hissedip piyasada emeğini ucuza satmak durumunda kalan ve başkalarıyla etkileşim kurmayı ve dayanışma yapmayı öğrenemediği için sendikalaşmaktan korkan bir dolu önemsiz işçiye ihtiyacı var. Öyle değil mi?

Başka birçok mekanizmanın yanında bu yazıda sözünü ettiğim mekanizmalar yoluyla birey, birey olmaktan çıkartılıp önemsizleştirilir, duyarsızlaştırılır. Bu süreçten güçlü çıkanlar önemlidir sistem için, o da insan oldukları için değil güçlü oldukları için. Diğerleri feda edilebilir. Bu sistem bu kadar mükemmel mi işler peki? Hayır. İnsan denilen varlığın öngörülemezliği, tahmin edilemezliği nedeniyle okul her birey üzerinde etkisini bu şekilde gösteremez. Gösterememeli de zaten. İnsan gibi insan olmayı başararak okul denilen kurumun bu faşizan özelliklerinden kurtulan birey, duyarlı bir birey olarak üyesi olduğu insanlık aleminin sorunlarıyla ilgilenir. Gerçek siyaset yapar. Ama gerçek siyaset yapan bu bireylerden de devletler korkar, faşizan okulun başarısız olup da duyarsızlaştıramadığı ve önemsizleştiremediği bu gerçek insanları faili meçhul cinayetlere kurban eder devletler. Herkesin gözü önünde, hunharca, sinsice, kalleşçe... SURUÇ’ta olduğu gibi...

Evrensel'i Takip Et