22 Temmuz 2015 00:39

Hizbul-kontradan IŞİD-kontraya

Hizbul-kontradan IŞİD-kontraya

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Hizbul-kontra, Türkiye’de 1990’lı yıllarda, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı illerdeki kanlı eylemleriyle adını duyurmuştu. Türkiye’de ortaya çıkışı, eylemleri ve pratiği nedeniyle Hizbul-kontra olarak bilinen Hizbullah oluşumunun, Lübnan’da kurulmuş olan esas Hizbullah örgütüyle doğrudan bir bağlantısı yoktu. Her iki örgütün ideolojik temelleri de birbirinden farklıdır. Lübnan’daki esas Hizbullah İslam’ın Şii mezhebine göre bir şekillenmeye giderken ve İsrail işgaline karşı gösterdiği direnişle Ortadoğu halklarının sevgisini kazanırken, Hüseyin Velioğlu’nun Hizbullah’ı Sünni mezhebini benimsemekte ve devletten aldığı güçle kitle hareketlerine karşı tutum almıştır.

Bu yazının amacı Türkiye Hizbullahı’nın kendi içindeki ayrımlarına kadar inmek değil. Velioğlu’nun liderliğindeki Türkiye Hizbullahı, PKK ile devlet arasındaki çatışmanın yoğun olduğu ve PKK’nin kitle tabanını zayıflatmak amacıyla ‘faili meçhul’ cinayetlerin devreye sokulduğu dönemde, bu faaliyetlerle uyumlu bir pratik izledi. Aralarında gazeteci ve aydınların da bulunduğu çok sayıda kişi 1990’lı yıllarda Hizbul-kontra saldırıları sonucu katledildi. Bu saldırıların üzeri örtüldü.
Devletin resmi yetkilileri de, o dönemlerde Hizbullah’ın doğrudan devlet tarafından himaye edildiğini teyit eden açıklamalar yaptılar.  

HİZBULLAH İLİŞKİSİNİN RESMİ İTİRAFLARI
Örneğin dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, 15 Şubat 1993 tarihinde Show TV’de yayımlanan 32. Gün programında yaptığı bir açıklamada, “Hizbullah’ın PKK’ye karşı örgütlendiğini” söylemiş, OHAL Bölge Valisi Ünal Erkan da 17 Şubat 1993 tarihinde Milliyet gazetesinde yayımlanan röportajında “PKK çökertilmedikçe Hizbullah tipi ‘militan’ örgütleri çözmeye niyetleri olmadığını” açıklamıştı.
1993 yılında kurulan TBMM Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonuna ifade veren Eski Batman Emniyet Müdürü Öztürk Şimşek ise, “Ne yazık ki, Hizbullah örgütü mensupları bir dönem askerlerden yardım gördüler. Buradaki bazı askeri birliklerde silahlı eğitim yaptılar, lojistik destek gördüler” diyecekti.
Bu konudaki itiraflardan biri de emekli İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu’dan gelmişti. Orakoğlu, 1991’de Hatay İl Emniyet Müdürlüğü yaptığı sırada Adana Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Temel Cingöz ve İl Jandarma Alay Komutanı Vicdan Başaran’la birlikte Şehir Kulübü’nde yediği bir yemek esnasında, Tuğgeneral Temel Cingöz’ün yanında bulunan sivil giyimli bir kişiden söz etti. Orakoğlu’nun, komutanın emir eri zannettiği, askere saygıda kusur etmeyen ve önünü iliklemeden konuşmayan bu kişi Hüseyin Velioğlu’ydu. Bu yıllar Hizbullah’ın silahlı eylemlerine başladığı yıllardır.
Hizbul-kontra, işlevini o dönem için tamamladığı ve artık devlet için bir ayak bağına dönüştüğü dönemde o an için tedavülden kaldırıldı. Velioğlu’nun da öldürüldüğü 17 Ocak 2000 tarihindeki Beykoz baskınından sonra bir süre adı eskisi gibi duyulmayan Hizbullah, bir süredir yine bölge illerinde farklı adlarla kendisini hissettirmeye başladı.

Suruç’ta IŞİD’in gerçekleştiği katliam, devletin IŞİD ile ilişkisinin niteliği öncelikli olarak tartışılmadan anlaşılamaz. 1990’lı yıllar boyunca Hizbul-kontra ile devlet arasındaki eylem ve himaye ilişkisi, günümüz ilişkileri içinde IŞİD ile devam ediyor.

IŞİD’Lİ GÜNLER
Bugün de IŞİD’in kendine özgü farklılıklarıyla birlikte, Türkiye’de devlet pratiğiyle benzer bir mecrada hareket ettiğini görüyoruz. 7 Haziran 2015 seçimlerinden önce HDP’nin Mersin ve Adana’daki binalarına bombalı kargo ve çiçek göndererek saldırı gerçekleştiren, ardından seçimlerden hemen önce Diyarbakır’da HDP’nin mitingi sırasındaki saldırıyı gerçekleştiren IŞİD elemanları oldu. Bu saldırılar, AKP iktidarının seçim politikaları ve HDP’yi hedef alan söylemleriyle uyumluydu.
Gerçekleştirdiği hiçbir saldırı aydınlatılmayan IŞİD, son olarak da Suruç’a Kobanê’nin yeniden inşasında görev almak için gelmiş olan Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu üyelerini hedef alan ve şu ana kadar 32 kişinin canından olduğunun açıklandığı alçakça saldırı ile gündemde.

IŞİD KOMUTANININ TEŞEKKÜRÜ
IŞİD, Türkiye Hizbullahı gibi devletle ilişki halinde dünyaya gelmedi, ancak o da yaşam suyunu Türkiye sınırında, Türkiye devleti ile ilişkisinde buldu.
Bunun için de Türkiye devletine sevgisini hiç gizlemedi. Bu konuda bazı hatırlatmalar yararlı olabilir. Bir IŞİD komutanı 12 Ağustos 2012’de Washington Post’a, “Bize savaşın başında katılan savaşçıların çoğunun yanı sıra teçhizatımız ve tedarikimiz Türkiye üzerinden geldi” diyordu. Washington Post muhabirleri IŞİD’in üst düzeydeki komutanlarından olduğunu belirttikleri “Ebu Yusuf” kod adlı kişiyle Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde yapmışlardı bu görüşmeyi. Washington Post’la görüşmek için Suriye’den Türkiye’ye geçen Ebu Yusuf, IŞİD’in mevcut başarısı için Türklere teşekkür etmesi gerektiğini söylemiş ve eklemişti: “Aralarında İslam Devleti’nin üst düzey üyeleri de bulunan bazı savaşçılarımız Türk hastanelerinde tedavi edildiler.”
Daily Mail gazetesi 25 Ağustos’ta, çok sayıda yabancı militanın Suriye ve Irak’ta IŞİD’e katılmak için Türkiye üzerinden seyahat ettiğini ama Türkiye’nin onları durdurmak için hiçbir şey yapmadığını yazdı.
İngiliz kanalı Sky News, Türkiye hükümetinin Suriye sınırını geçip IŞİD’e katılmak isteyen yabancı militanların pasaportlarına damga vurduğuna dair belgelere ulaştı. Bu arada Kobanê’deki son saldırıları gerçekleştiren IŞİD’lilerin üzerinde Türkiye’de devletin resmi kamplarında kaldıklarını gösteren belgeler bulundu ve yayımlandı.
IŞİD ve Suriye’de rejime karşı savaşan diğer cihatçı gruplara Türkiye’den verilen destek başka birçok yönüyle de gündeme geldi. Cumhuriyet gazetesinin manşetinden yayımladığı MİT TIR’ları ile silah sevkiyatı haberi (29 Mayıs 2015) bu açıdan çarpıcıydı.
Bu konuda çok önemli bir açıklama da, tutuklanan Savcı Özcan Şişman’dan gelmişti. MİT TIR’larının durdurulmasıyla ilgili soruşturma kapsamında tutuklanan Şişman’ın mahkemede yaptığı savunmanın görüntüleri ortaya çıktı. Savcı Şişman savunmasında Reyhanlı, Cilvegözü ve Niğde’deki saldırılarda MİT’in parmağı olduğunu, bazı kamu görevlilerinin terörle istihbarat arasındaki çizgiyi koruyamadıklarını söyledi.
IŞİD ile Türkiye hükümetinin Suriye politikası yanında, onunla bağlantılı olarak Kürt siyasi hareketine ve onunla dayanışma içinde olanlara karşı politikası da çakışıyordu. Devletin Kürt hareketi ile ilişkisi hâlâ bir “terörle mücadele” üst başlığı altında kurulduğu için, onun zayıflatılması açısından 1990’yı yıllarda Hizbul-kontra ile tutulan yolun, bugün de bir gayrinizami harp yöntemi olarak IŞİD ile tutuluyor olduğunu görüyoruz. Durum böyle olunca, dünya basınında yer alan eleştirel haberler ve uluslararası düzeyde Türkiye’ye bu konuda yöneltilen suçlamalar da, bu mayınlı ilişkinin bir maliyeti olarak göze alınıyor.  
Cumhurbaşkanının ve Hükümetin, ‘Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt kuşağına izin vermeyiz’ dediği ve sınırda bunu da desteklemek üzere bir askeri teyakkuz durumunun hakim olduğu bir dönemde Suruç’ta gerçekleşen bu son saldırı, bu konudaki kararlılığın göstergesinin bir işareti olarak da okunabilir. Bu saldırılar Rojava’da Kürtler ile dayanışma içinde olanların toplamına yönelik bir gözdağı mesajı da içerirken, ülke iç siyaseti açısından da, kitleleri “terör saldırıları” korkusu ile yıldırarak bir güvenlik boşluğu tedirginliğini hakim kılıp, devletin zirvesinden gelecek tasarruflara teslim olma duygusunu da beslemeyi amaçlar gözükmektedir.

‘BURADA IŞİD’İ BESLEYEN GÜÇLER VAR’
Suruç’taki son katliamı ve bölgedeki IŞİD varlığının boyutlarını DBP Urfa İl Eş Başkanı İsmail Kaplan ile de konuştum. Saldırının tamamen IŞİD’i işaret ettiğini belirten Kaplan, şöyle devam etti: “Bu eylemi tabii ki sadece IŞİD ile açıklamak doğru değildir. Burada IŞİD’i besleyen güçler var. Bunu defalarca söylememize rağmen herhangi bir önlemin alınmaması bu olaya sebebiyet verdi. Bu da birilerinin hesabına geldi. Geçen yıl bu zamanlarda ‘Kobani düştü düşecek’ diyenler ve akabinde ‘Ben Suriye’nin kuzeyinde bir oluşumu kabul etmeyeceğim’ diyen zihniyet bu saldırının bir parçasıdır. Sadece IŞİD denilen terörist grubun elini kolunu sallayarak bu eylemi gerçekleştirebileceğine inanmıyoruz. Biz bunu defalarca belirttik. En son Tel Ebyad’ın özgürleşmesi üzerine yüzlerce IŞİD üyesinin Urfa’ya geçtiğine dair açıklamalarımız oldu. Bu süreçte Urfa ve Antep’in bunların mekanı, kalesi olduğu basına da ciddi iddialarla yansıdı. Bu iddialara rağmen IŞİD’e yönelik herhangi bir operasyonun yapılmaması dikkat çekicidir.”
İsmail Kaplan, bu konudaki kaygılarını ve taleplerini iletmek için Urfa Valisi ile de görüşmüş: “Ben 1 yıl önce Urfa Valisi ile görüşmüştüm. Tam o görüştüğüm gün 5 IŞİD üyesi yakalanmıştı Akçakale sınırında gözaltına alınmışlardı. Onlarla ilgili olarak ne yapacaklarını sordum. ‘Bizim yurttaşlarımız değiller, onları sınır dışı edeceğiz’ dedi Vali. Tam o dönemde Kobanê’den gelen 5 yaralı vardı. Kaldıkları evin sahibiyle birlikte 6 kişi olarak cezaevine götürüldüler.
Tabii IŞİD üyelerinin sınır dışı edilip edilmedikleri de meçhuldür.”
İsmail Kaplan’a bunları söyleyen Vali İzzettin Küçük’ü, IŞİD ile ilgili sorularını beğenmediği gazetecileri gözaltına aldıran vali olarak da tanıyoruz. Eğer Urfa’nın, kendisine, Akçakale’ye geçen IŞİD’liler olduğu ve halkın bu konuda can güvenliği endişesi yaşadığını belirterek soru soran meslektaşlarımızın dediklerini ciddiye alarak gereğini yapacak bir valisi olsaydı Suruç’ta bu büyük katliam yaşanır mıydı, sorusunu bugün herkes soruyor.
Bu soruya verilecek yanıt net olduğu için de, IŞİD’in Suruç’ta bu saldırıyı gerçekleştirmesinin nasıl mümkün olabildiği sorusunu da kimse çok büyük bir hayretle sormuyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa