Katliama tepkiler ve ileri işçinin sorumluluğu
Fotoğraf: Envato
IŞİD’in gerçekleştirdiğine dair güçlü kanıtların da ortaya çıktığı Suruç’taki katliam etrafındaki tartışmalar siyaset ve hükümetin sorumluluğu üstünde yoğunlaşıyor.
Ortaya çıkan kanıtlara göre saldırıyı gerçekleştiren kişinin Diyarbakır’da 5 Haziran Mitingi’nde bombalı saldırıyı düzenleyen IŞİD’çiyle aynı ilden (Adıyaman) ve aynı “İslam Çay Ocağı”nın müdavimi olduğunun ortaya çıkması saldırıyla ilgili çeşitli soruları yanıtlamayı da kolaylaştırmaktadır.
Öte yandan saldırıya tepkiler ülke sathında yürüyüşler, basın açıklamaları ve çeşitli etkinliklerle sürmektedir. Ama, polisin, gösterilere, tepki gösteren vatandaşları engelleme amaçlı TOMA, gaz ve suyla müdahalesi de sürüyor.
Suruç saldırısına tepkiler çerçevesinde HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş, pazar günü İstanbul’da bir protesto yürüyüşü yapılacağını da duyurdu. Ki, bu yürüyüşün IŞİD’e ve ona yol veren politikalara yönelik bir protesto olarak gerçekleşmesi beklenmektedir.
AKP HÜKÜMETİ’NİN IŞİD’E KARŞI MÜCADELE İDDİASI BOŞ LAFTIR!
IŞİD’e ilişkin soyut, “terörün her türüne karşı” olmak gibi gerçekte karşılığı olmayan açıklamalar yapan Başbakan Davutoğlu’nun, HDP ve Kürt siyasi güçlerine yönelik “katliamdan rant sağlamaya çalışmak” gibi iğrenç suçlamalarına Cumhurbaşkanı da, Sözcüsü İbrahim Kalın aracılığı ile katıldı. O da HDP’yi hedefe koydu.
Kalın, Cumhurbaşkanı adına, Türkiye’nin IŞİD’e karşı mücadelesini, bin 500 kişinin sınırı geçerken yakalanıp sınır dışı edildiğini, 15 bin yabancının Türkiye’ye girişinin yasaklandığını ve yaklaşık 100 kişinin de çeşitli operasyonlardan sonra tutuklandığını öne sürerek savunuyor.
Ancak, Erdoğan ve hükümete yakınlığı tartışılmaz olan Yeni Şafak gazetesi yazarı Abdülkadir Selvi, dünkü köşesinde bir başka bir rakam verdi. Selvi yazısında; “Cihatçı gruplara katılmak üzere Türkiye’den son 3 yılda 10 bin kişinin Irak ve Suriye’ye gittiği söyleniyor. Bunların 7 bini IŞİD’e katılmış” diyor.
HÜKÜMETİN POLİTİKASI SORGULANMAK DURUMUNDADIR
Bir ülkede bir değil, beş değil, yüz değil 10 bin insan şeriatçı terörist gruplara katılmak için başka bir ülkeye gidiyorsa, o ülkenin hükümetinin “biz şu kadar yabancının Suriye’ye geçmesini önledik” diyerek kendisini savunması kimseyi tatmin etmez. Çünkü böylesi büyük sayıda bir insan grubu komşu ülkeye geçip “cihatçı” terörist gruplara katılıyorsa, bu ülkede, bu örgütlere sempati duyacakları geniş bir faaliyet sürdürüldüğü gerçeği vardır. Hele de Türkiye’de egemen din kültürü dikkate alındığında ve “dindar nesiller yetiştirme” programı çerçevesinde sürdürülen girişimler ve Hükümetin dış politikasının gelip dayandığı yer dikkate alındığında; ülkenin iç ve dış politikasını sorgulamadan IŞİD’e ve terörist İslamcı gruplara karşı mücadele edilemeyeceği de apaçık görülür. Dolayısıyla bugün; Türkiye’nin din ve din kültürü eğitiminden Diyanet’in faaliyetlerine, çeşitli dini çevrelerin faaliyetlerinden Hükümetin dış politikasına, bu politikanın bölgedeki terörist örgütleri ne ölçüde engelleyip ya da teşvik ettiğine uzanan bir tartışma yapmadan, IŞİD’e ya da benzer gruplara karşı mücadele boş laftan ibaret kalır.
SENDİKA VE KONFEDERASYONLAR NEREDE?
Katliamın yarattığı infial toplumun nispeten duyarsız kesimleri içinde bile tartışmalara yol açmıştır ama DİSK ve KESK’in (bağlı sendikaların) kimi açıklamaları ve girişimleri bir yana bırakılırsa, işçi ve kamu emekçisi sendika ve konfederasyonlarının, sanki bütün bu katliam ve ayağa kalkışlar başka bir gezegende oluyormuş gibi davranmaları kabul edilebilir değildir. Ama bu da ne yazık ki yeni değil. Uzunca bir zamandan beri bürokrat sendikacılar için tek kaygı koltuklarını korumaktır. Ve bu yüzden de uzunca bir zamandan beri, artık sendika bürokratı yöneticileri, “Şunu niye yapmıyorlar?” diye eleştirmek bile onlara bir paye vermek anlamına gelir oldu. Bu yüzden de ileri işçi ve kamu emekçisi kesimlerinin halkı, işçi sınıfını da doğrudan ilgilendiren konularda sendikaları beklemeleri, “sendikacılar bir şey yapmıyor” diye yakınarak kendi üstlerine düşen sorumluluğu gözden kaçırmaları da anlaşılır olamaz.
İLERİ İŞÇİ VE EMEKÇİNİN SORUMLULUĞU
Tersine ileri işçi ve emekçi kesimleri böyle toplumsal infial (ya da sevinç) uyandıran gelişmeler karşısında toplumun acısına ortak olmak; bu acıyı paylaşırken aynı zamanda karşıt güçlere karşı mücadelede yer aldığını gösteren mücadeleci bir tutum da almak durumundadır. Hele de Türkiye’nin bir mezhep savaşına sürüklenmesi ve bölgedeki iç savaşlara eklenmesi için içerden ve dışarıdan zorlamaların yapıldığı koşullarda ileri işçi kesimlerinin savaşa ve savaş politikalarına karşı mücadelesi daha da önem kazanmaktadır.
Ki içinden geçtiğimiz dönem dikkate alındığında bugün ileri işçiler ve kamu emekçileri;
1) Onca gencimizin hayatını kaybettiği, toplumun her kesiminde tepkilerin oluştuğu, Türkiye’nin adım adım bölgedeki mezhep savaşının içine sürüklendiği koşullarda, sendikaları harekete geçirmek üzere çeşitli girişimlerde bulunmayı; sendika temsilcileri ve az çok mücadeleci şubeler üstünden sendikaları uyararak IŞİD’e ve ona dayanak sağlayan Hükümetin politikalarına karşı tepki gösterilmesini istemeyi
2) İşyerlerinde, işçiler ve kamu emekçileri arasında, IŞİD ve benzeri örgütlerin niteliğini, amaçlarını, nasıl bir dünya vaat ettiklerini, IŞİD’in boy verdiği kültür zeminini, Hükümetin IŞİD’e meşruiyet sağlayan ve Türkiye’yi savaş batağına çeken politikalarını teşhir etmeyi
3) Mücadeleci sendikalar, şubeler, işyeri temsilcilikleri, şu ya da bu amaçla oluşmuş platformlar, Kurultay Komiteleri, Sanayi Komiteleri, İşyeri Komiteleri… gibi mücadele içinde oluşmuş her dayanağı kullanmayı asla ihmal edemezler.
Çünkü böyle durumlarda ve bugün, işçi sınıfının ve emekçilerin ana kitlesi ve halkın geniş kesimleri için bir sınıf tutumu ortaya koymak son derce önemlidir.
SINIF PARTİSİNİN SORUMLULUĞU
Bu tutumun ortaya konması için bugün geçmiş yıllara ve dönemlere göre daha geniş imkanlar vardır. Özellikle de 7 Haziran seçimi ve metal direnişinin yarattığı hareketlilik bu girişimin zeminini genişletmiş ve ileri işçilerin bir adım atarak, bir sınıf çizgisi koymasının imkanını artırmıştır. Ki burada atılacak bir adım, “Çözüm Süreci” başta olmak üzere Hükümetin iç ve dış politikasına karşı mücadelede yeni bir mevzi açacak; İslam adına, din adına yürütülen, “Ayet” ve “Hadisler”e dayandırılarak meşruiyet kazandırılmak istenen terörist faaliyetlere, mezhep çatışmalarına karşı işçi sınıfı enternasyonalizmi ve halkların kardeşleşmesi mücadelesinde yeni ve güçlü bir dayanak oluşturacaktır.
Örneğin, “İçeride ve dışarıda savaşa ve savaş politikalarına hayır!” demek için oluşturulan “Barış Bloku” içerisinde (her yerde ve her kademede) ileri işçilerin ve ekmekçilerin kendi örgütleri ve kendi sınıf tutumlarıyla yer almaları çok önemli olacaktır.
Bu da elbette sadece bir makale yazıldı ya da genel olarak söyleniyor diye kendiliğinden olmaz. Tersine sınıf partisi başta olmak üzere ileri işçi ve kamu emekçilerinin bu amaçla harekete geçip karşı karşıya olunan sorunları aşarak başarabilecekleri bir şeydir. Burada birinci dereceden sorumluluk da sınıf partisine düşmektedir.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00