Kırmızı çizgiler meselesi
Kirvem,
Yıllardan beri hep aynı fasit daire içinde debelenip, akabinde de milletçe aynı soruyu kendi kendimize sorup duruyoruz:
“N’olacak şu bizim memleketin hali...”
Derununda bıkkınlık, biteviyelik, istikbale dair maddi ve manevi sürüyle endişeler içeren, dolaysıyla da dilimizde pelesenge dönüşmüş bu cümleyi, tıpkı hüzünlü bir şarkının “nakarat”ı gibi tekrarlamaktan da bir türlü kurtulamıyoruz...
Nesiller boyu neredeyse zırnık kadar değişmeyen bu ruh halimizle yatıp kalkarken, acaba bilinçaltımızın karanlık dehizlerinde içimizi kemiren “marazi” bir duygunun belki de farkında olmadan bir bakıma kıskacına mı kilitlenmişiz ne!
Bizler, “cennet” vatan dediğimiz bu diyarlarda yaşayan halklar olarak genellikle kötümserken, diğer yandan da bu ahvalimizi de, mesela “ Ağustosta suya girsem balta kesmez buz olur” şarkısındaki gibi dillendirmeyi de sanki hüner belleyip, bunu da bir nevi yaşam felsefesine mi dönüştürmüşüz yoksa?..
Bu coğrafyayı bir zamanlar mesken tutan atalarımızın ardından, onların torun ve torbaları olanlar, tam da şu günlerde kendi aramızda bitip tükenmeyen didişmelerimiz nedeniyle iki yakamızı bir araya getiremiyorsak, acaba bunun sorumlusu “kader”imiz ya da onun başımıza musallat ettiği kem talihimiz mi?
Apoletlerinden, tozlu postallarından, haki palaskalarından bir türlü sıyrılamayan anayasamız ve onun gölgesinde yeşeren yüzde onluk barajlı seçim sistemimizin utancına rağmen, yine de seçip meclise uğurladığımız “vekil” lerimiz, daha da doğrusu sütre gerisinde sipere yatmış tecrübeli “kurmay”larımız yan yana gelip bir koalisyon oluşturmak yerine tam aksine, işi yokuşa sürükleyip, böylece Beştepe’deki “reis”imizin ekmeğine direkt veya dolaylı yollarla yağ sürerken, aslında dertleri, gerçekten de kendi kafataslarına göre ölçüp biçtikleri’ o ne idüğü tam da belli olmayan “kırmızı çizgiler” meselesi mi acaba?
No!
No, çünkü daha düne kadar memleket sathında görev üstlenip, böylece koltuk, kanape, döşek, minder, tabure sahibi kesilen bilumum “yüksek” rütbeli, “yetkili” efendilerimizin tümü, kendilerince bittabii ki önce vatan, sonra da millet adına ortaya kırmızı halılar misali serdikleri bu “çizgi”leriyle nedense övünüp, bu baptaki afra tafralarıyla mangalda kül bırakmazken, öte yandan Irak’ın yanı sıra, keza şu sıralar Suriye sınırları boyunca bir zamanlar çizilen o kırmızı çizgilerin ne denli “fasarya” olduğunu, üstelik her isteyenin kendi meşrebince ve de canının istediği gibi sağda solda, onun bunun önüne kendi kırmızı çizgilerini zorla, inatla dayatmasının hiç de sanıldığı gibi kolay olmadığını, hatta bu kulvarlardaki “yanlış hesaplar”ın her zamanki gibi önce Bağdat, ardı sıra da Şam’dan döndüğünü, dün olduğu gibi ayrıca bugün bu saat geç de olsa acaba ne denli anlayabildiler...
El alem kendi sınırlarındaki dikenli telleri kaldırıp, milletlerarası ilişkilerine yepyeni bir boyut kazandırıp, bunun en bariz örneğini de Avrupa Birliği adı altında sergileyip buna öncülük ederken, üstelik Avrupa Birliği denen bu “kulüp” üyeliği için bizler de bir yandan kuyrukta sıramızı bekleyip, dolayısıyla bu anlamda bir nevi “sabır taşı” kesildiğimiz halde, şimdilerde kendi milli sınırlarımızı bir zamanların Majino Hattı”na dönüştürdüğümüze bakılırsa; anlaşılan o ki “fıtrat”ımız gereğince çifte standarttan yana yeterince hem nasibimizi almışız, hem de bu huhusta hayli yetenekliyiz!
Kendi kırmızı çizgilerimizden yana en ufak bir taviz vermeyi “milli hassasiyet”lerimize saygısızlık addedip bu anlamda gerektiğinde göğsümüzü siper edip hatta kefen giymeye soyunurken, öte taraftan başkalarının kendilerince belki de “kutsal” diye niteledikleri kırmızı çizgilerini illa da görmezlikten gelip, küçümsediğimiz için mi gele gele eninde sonunda kapımızı çalacak “dostlar” yerine etrafımız sayıları giderek daha da artan “düşman”larla çevrildiyse, uluslararası ilişkilerimizi silbaştan gözden geçirmemiz galiba şart!
Şart, çünkü kendimizce baştacı ettiğimiz, kılına dahi dokunulmasına asla müsamaha etmeyeceğimiz kırmızı çizgilerimizi yüceltirken, aynı hassasiyeti başkalarının kırmızı çizgilerine göstermeyip, dahası da halı altına süpürmeyi marifet bellediğimiz müddetçe gerçekten de milletçe iki yakamız bir araya gelir mi bilemem Kirvem!
Evrensel'i Takip Et