Askeri güç, siyasetin askerileşmesi
Son bir haftada siyaset gündemi ters yüz oldu. Ülke siyasetinin birinci gündemi olan bir koalisyon hükümeti oluşturup oluşturmama tartışması da 31 gencin katledilmesi de gündemin alt sıralarına itildi.
Cumhurbaşkanı ve Başbakandan başlayarak gazetecilere kadar gündemi yönlendiren odaklar, “önleyici savunma konsepti”, “güvenli bölge”, “teröre karşı mücadele”, “fırtına obüsleri”, “güdümlü bombalar” gibi askeri kavramlar ve silah sistemi tanımlamaları etrafında oluşturulan bir gündemi konuşup tartışmaya başladı.
Savaş uçaklarının “sınır ötesi”ndeki bombardımanları, obüslerin günler boyu süren salvolarına eşlik eden “düşük yoğunluklu” ama hızla yaygınlık kazanan irili ufaklı çatışmalar, “kentlerde” ise ancak sıkıyönetim dönemlerinde gördüğümüz kapsamda gözaltı operasyonları, gösterilerin yasaklanması, basına karşı yeni baskı girişimleri, gündeme geldi. Cumhurbaşkanı ve Başbakan, askere ve polise “Karşı çıkanı ezin!” diyen, toplumun ilerici demokrat çevrelerine, muhalif gördükleri kesimlere karşı parmak sallamayı esas alan önceki dönemleri aşan tehditkar üslupla konuşan bir çizgiye geçtiler. Bu dönemi artık geriye dönmeyecekleri, herkese “devletin gücünü gösterecekleri yeni bir şiddet dönemi” olarak ilan ettiler!
CHP yönetimi, bombalar ve askeri planların sokağa dökülmesi, çatışmaların yaygınlaşması savaş ve “zafer” çığlıklarını duyunca, “ulusalcı genleri” de canlandı. Hükümeti eleştirmekten çok, ona yol gösteren “Bu yolda devam edersen iyi bir yere geleceksin” anlamına gelen bir çizgiye yönelen CHP yönetimi koalisyon ortağı olursa, bu ilan edilen konsepte de bir itirazı olmayacağı mesajını vermeye özen gösterdi. AKP de CHP’nin Çarşamba günü Meclisi toplama çağrısına destek vererek, “uyum” ve “dayanışma” duygularını ifade etti.
MHP ise, “Bakın bizim dediğimize geliyorsunuz” diyen bir vücut dili eşliğinde beklemeye geçti.
Gündemdeki gelişmeler üstünde konuşup yazan gazetecilerin çoğu, “iliştirilmiş gazeteci” kadrosuna geçmiş gibi yazıyor konuşuyorlar. Görevi olup biteni aktarmak olan muhabirler bile, askeri bir ses tonuyla ekranlarda arzı endam ediyorlar.
Daha bir hafta önce hükümetin icraatlarını sert biçimde eleştiren liberal görüşlü diye bilen aydın ve akademisyen kesimlerden kişilerin önemli bir kısmı ise, birden bütün eleştirilerini unutup; savaş uçaklarını, TOMA ve operasyon timlerinin önünde yol gösterici rolünü benimseyen bir mevziye geçmiş bulunuyorlar.
Olağan bir dönemde memleketi ayağa kaldıracak olan Türkiye’nin dış politikasının ABD stratejisine bağlanması ve bunun açık ifadesi olarak tüm askeri üslerin ABD ve “koalisyon güçlerinin” savaş uçaklarına ve askeri güçlerine açılması kararı bile, geniş kamuoyu tarafından AKP Hükümetinin “normale dönmesi” olarak karşılanıyor. Tıpkı ABD’nin IŞİD saldırıları karşısında bölge halklarının kurtarıcısı kılığında sahneye çıkması gibi!
Kısacası Erdoğan-Davutoğlu ikilisi, ülkeyi kendi kurguladıkları savaş hali koşullarında, olağanüstü yetkilerle donatılmış, siyaset biliminin “diktatörlük” dediği bir yönetim tarzıyla yönetmek için adımlar atıyorlar. Ve bunu başarmak için de AKP propagandası, HDP’yi köşeye sıkıştırma, Kürt güçleri içinde ayrışmayı artırmak üzere baskıyı artırma amaçlı bir söylem kullanıyorlar.
AKP Hükümeti, IŞİD’i bahane ederek, bir yandan “çözüm süreci”nin kendisine yüklediği sorumluluklardan kurtulmak ve 13 yıllık AKP icraatının sorgulanmasını önlemek, öte yandan da 7 Haziran seçiminin sonuçlarını geçersizleştirmek için ortamı mümkün olduğu kadar “dumanlı” hale getirmeyi esas alan bir çizgiye yönelmiştir.
Peki bütün bunlar, “havanın” bir hafta içinde böylesi “dönmesi”, Erdoğan-Davutoğlu’nun amaçlarına varmasına yeter mi?
Elbette değil. Çünkü koşullar aynı zamanda mücadele ve soruların çözümünün dayanaklarını daha hızlı bir biçimde olgunlaştıran etkenleri de geliştirmektedir.
Bu yüzden de önümüzdeki dönem, ilerici demokrat güçlere yönelik olarak şiddetin, baskının envai türünü kullanılacağına işaret ederken aynı zamanda ülkenin Ortadoğu’daki emperyalist planları, mezhep ve etnik çatışmaların içine çekildiği bir döneme karşılık gelecek görünmektedir. Bu yüzden savaşa ve savaş politikalarına karşı barış, emperyalist ve bölge gericiliklerine karşı laisizm ve demokrasi mücadelesi daha bir özen ve daha büyük bir enerji ve yetenekle hayata geçirilmesi gereken bir mücadele olacaktır.
Sonucu belirleyecek olan Hükümetin ve gerici güçlerin niyetleri, ve amaçları değil hakların, demokrasi güçlerinin mücadelesidir.
Evrensel'i Takip Et