Radikal kötülük ve totalitarizm
Fotoğraf: Envato
İnsanın öngörülemezliğinden söz etmiştim geçen hafta, insan olmanın ve barışın önündeki engel olarak okul kurumundan söz ederken. Bu hafta da bu öngörülemezlik kavramını kullanarak kötülük ve totalitarizm üzerine yazan Hannah Arendt’ten söz edeceğim, Richard Bernstein’in “Radikal Kötülük” adlı eserinden alıntılarla… Kötülük meselesi İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerin yaptığı zulüm üzerine daha da çok tartışılmış bir konu. Birçok filozof bu konuya kafa yormuş.
Hannah Arendt ise ünlü bir Alman siyaset bilimci…1906 ve 1975 yılları arasında yaşadığını düşünecek olursanız, Naziler ve yaptıkları hakkında da düşünceleri olduğunu tahmin edersiniz. Kötülüğün insanları insanlar olarak gereksiz ve feda edilebilir kılmak ile ilgisi olduğunu düşünüyor. Ama bundan kastettiği, onları araç olarak kullanmak değil, tam anlamıyla gereksiz ve feda edilebilir kılmak. Bunun da insanın kendiliğindenlik özelliği ile eş değerde olan öngörülemezlik özelliğinin ortadan kaldırılmasından sonra gerçekleştiğini belirtiyor. Bunun da, münferit bir insanın yalnızca iktidar hevesinden değil, kadiri mutlaklık kuruntusundan kaynaklandığını söylüyor. Bu noktada çok yerinde bir mantıkla şunu da diyor: “Münferit bir insan eğer insan sıfatıyla kadiri mutlak olsaydı, insanların çoğul olarak var olması için hiçbir neden olmazdı.” Bu çoğulluk kavramı Arendt’te önemlidir zaten. Nasıl tek tanrılıkta Tanrı’yı tek kılan, onun kadiri mutlaklığı, aynı şekilde münferit bir insanın kadiri mutlaklığı da insanları gereksiz kılardı diyor. Yani kısaca kendini kadiri mutlak sanan bir ölümlü bizzat Tanrı’ya kafa tutmuş oluyor.
Zaten bu yüzden, insanlık, belli bir düşünce seviyesine geldiği için, Tanrı’nın temsilcisi olduğunu söyleyen firavunların, kralların, padişahların, sultanların mutlakıyetçi rejimlerine bir son verdi de cumhuriyetler ve parlamenter demokratik sistemler ortaya çıktı. Sırada, doğrudan katılımcı demokrasilerin hüküm sürdüğü ve insanları savaşlara mahkum eden ulus devletlerin var olmadığı bir yaşam şekli var.
Neyse, biz yine kötülük ve totalitarizm meselesine gelelim. İnsanın öngörülemezliği ve kendiliğindenliğinin özgürlükle de bağlantısı olduğunu söylüyor Arendt. İnsan öngörülemez ve kendiliğinden olacak ki, onu önceden tahmin etmek mümkün olmasın ki, kendini gerçekleştirme süreci de yaşansın. Bu tabii ki insanı özgürlüğe götüren bir süreç… Az önce sözünü ettiğimiz çoğulluk fikrine de uygun bir özellik bu insan için. Bu çoğulluğun da tüm siyasal yaşamın esas koşulu Arendt’e göre... Arendt kötülüğü bencillik gibi bir ahlaki durumla da açıklamıyor ve dolayısıyla onu günahkarlık gibi özelliklerle ilgili de görmüyor ve bu noktada geleneksel ahlaki yasakların modern suçları betimlemek için de yeterli olduğunu düşünmüyor.
Arendt birinci dünya savaşından itibaren yirminci yüzyılın büyük siyasi olaylarının, tümüyle, gereksiz, feda edilebilir ve gözden çıkarılabilirmiş gibi davranılan milyonlarca insan yarattığını da belirtiyor. Totalitarizmin aslında her zaman için tekrar ortaya çıkabileceğini de söylüyor. Totaliter çözümlerin, totaliter rejimlerin düşmesinden sonra da, siyasal, toplumsal ya da ekonomik sefaletin insana yaraşır bir şekilde dindirilmesi olanaksız göründüğünde baştan çıkarıcı çözümler olarak yeniden ortaya çıkabileceğini vurguluyor.
Gereksizlik demiştim… Arendt gereksizliğin, en temel hak olarak gördüğü “Haklara sahip olma hakkının” karşısında bir tehdit olduğunu düşünüyor. Çünkü kadiri mutlak, totaliter rejimlerde ilk önce yapılan şey belli özelliklere sahip kişilerin hiçbir hakkının olmadığına ilişkin yaratılmaya çalışılan algı: Belirli bir siyasi görüşe, etnik özelliğe, dine, dile, felsefi inanca, cinsel yönelime veya parti üyeliğine sahip olanların… Belirli bir özelliğe sahip olanların geri kalan kitle tarafından belirli haklara sahip olup olmama hakkı tartışıldığı andan itibaren ötekileştirilmeleri ve gereksizleştirilmeleri söz konusu çünkü… Belirli bir özelliğe sahip olanların eğitim, ana dilinde eğitim, düşünceleri ifade etme, miting yapma, gazete çıkarma, yaşama, basın açıklaması yapma, siyasi parti kurma hakkı olmalı mı? Naziler döneminde de Yahudilerin tüzel hakları ellerinden alınmış ve toplama kamplarında tutulmuşlardı. Arendt buna da gönderme yapar bu görüşüyle. Sadece sistem tarafından ezilenler mi gereksizleştirilir? Sistemin aygıtları olarak kullanılan asker ve polis de, düşünmeden emirleri yerine getirerek ölüme gönderilen, emirlere uymadığında şehit ilan edilerek feda edilebilen olarak gereksizleştiriliyor totaliter rejimlerde. Böylece herkes önemsizleştirilmiş, ezilmiş ve yok edilmiş oluyor.
Arendt, toptan tahakküme yani hakimiyete giden yolda üç aşamadan da söz ediyor. Birinci aşama tüzel kişiliği öldürmek, yani tüzel hakların insanların ellerinden alınması ve insanların hiçbir hakkının olmaması…Yukarıda sözünü ettiğim mesele yani. İkinci aşama, insandaki ahlaki kişinin öldürülmesi, yani temel olarak insani dayanışmanın bütün biçimlerini bozmak. Örneğin bir doktorun sistem tarafından gereksiz kılınan bir kişiye ya da bir gruba yardım ettiğinde suçlanması ve cezalandırılması gibi… Ya da Nazilerin, bir Yahudi babayı sevdiklerinden birisinin ölümüne karar vermeye zorlaması gibi… Toptan tahakküme giden yolda üçüncü aşama ise bireyselliğin ve kendiliğindenliğin yok edilmesi, yani insani özgürlüğün ve dayanışmanın her kırıntısının yok edilmesi… İnsanın kendi kaynaklarını kullanarak yeni bir şeyi, öngörülemez bir şeyi başlatma, ona önayak olma kapasitesinin yok edilmesi… Yeni bir hayat kurma, yeni bir şey öğrenme, yeni bir yolda ilerleme… Her bir yeni doğumda ve hayatta vücut bulan bir şey olduğunu söylüyor Arendt bunun. İnsan sayısı kadar çok yeni hayatta… Çoğulluk ve demokrasi bu yüzden önemli… Ve adalet ve özgürlük ve eşitlik bu yüzden en temel insanlık değerleri… Devletlerin belirli özelliğe sahip kitleleri doğum kontrolüne zorlaması da yeni doğumları ve yeni başlangıç olasılıklarını engellemek açısından çok dikkat çekici…
Bu çerçevede Arendt’in insanları gereksiz kılmak kavramının şu anlama sahip olduğunu fark etmek mümkün: “İnsanları artık insani olamayacakları bir şekilde dönüştürme çabası…” Onları önemsiz varlıklara dönüştürme çabası…Siyasi emeller uğruna insanları feda edilebilir hale getirmek çabası… Korku imparatorluğu böyle bir şey olsa gerek…
- Eğitimde reform… Kim için ve ne için? 15 Ekim 2016 00:26
- İhtisaslaşmış kölelik 17 Eylül 2016 00:11
- Meslek liselerinin devri? 10 Eylül 2016 00:56
- Mültecilik, kölelik midir? 03 Eylül 2016 00:54
- Özgürlük, adaletten başka bir şey değildir 06 Ağustos 2016 00:51
- İnsan olmak, demokrasi ve yabancılaşma 30 Temmuz 2016 01:00
- Demokrasi eğitimi ve demokrasinin neresindeyiz? 23 Temmuz 2016 00:51
- Vatandaş mı, yandaş mı, düşman mı? yoksa insan mı? 16 Temmuz 2016 00:51
- Yabancı öğretmen yetiştirme düzeni 09 Temmuz 2016 01:00
- Performans kaygısı 02 Temmuz 2016 01:00
- Maarif Vakfı Kanunu 25 Haziran 2016 00:51
- Başka bir seçenek hakkı için: ‘Yeter Artık’ 18 Haziran 2016 00:13