Böyle zamanlarda yazmak çok zor geliyor. Duygu yükü ağır bastığında, bu duyguları sözcüklere dönüştürmek güçleşiyor. Belki de benim gibi alan dışından olanlara özgüdür, hatta mutlaka öyledir diye düşünüyorum. Yazarlara daha da büyük bir hayranlık duyuyorum o duyguları sözcüklere dönüştürme becerileri karşısında. Kitaplara gömülesim geliyor, gömülüyorum da. Onların duygularıyla baş etmek kolaylaşıyor, günde bir değil bazen iki kitap bitirerek günün ağırlığını hafifletiyorum. Baktım da, 2003 yılından beri her zaman çok düzenli olamasa da yazıyorum Evrensel’de. Biraz da olsa, sözcükleri kullanma becerisi geliştirmiş olmalıyım derken, olmuyor… Zorlanıyorum.

Geçen hafta gencecik bedenlerin parçalandığı Suruç’un o ağır yükünü sırtlanıp gittiğimiz Filistin’de hukukçu ve sağlıkçılarla işkenceye karşı neler yapabileceğimizi konuştuğumuz günlerde olduğumuz için yazamadığımı düşünürken, bunun aslında yalnız zaman sorunu olmadığını fark ettim bugün yazmaya oturunca. Arasam, yazamadığımı söylesem mi diye düşünürken yakaladım kendimi. Bir iç çatışmadan muhaliflere yönelik topyekun saldırılar, Evrensel’in de dahil olduğu muhalif basını susturma çabaları çekip çıkarttı beni. Bu saldırılar yeni değil, kapatılan gazetelerle, partilerle, Meclisten yaka paça alınan vekillerle bir tarih yazabiliriz. Bıkmadan, usanmadan aynı yolları kullanan bir devlet aygıtıyla yüzleşiyoruz biteviye. 

O aygıt katliamları toplumu şekillendirmenin bir aracı olarak görüyor. Doğmamış çocuğu öldürdüğünde annesiyle birlikte, “terör örgütü kampı” bombaladıklarını iftiharla sunan yandaş iletişim kanalları aracılığıyla topluma gereken ayarı veriyor. Evleri basıp infaz ettikleri insanları terörist olarak sürüyor önümüze. Patlayan bombalarla canına tak ettirirken bir halkın, diğerlerine dönüp “bunlar katil” diyor. Biz bu filmi daha önce gördük, hep görüyoruz. Bir elimiz yüreğimizde, çocuklarımızın ölümüne tanıklık ettiriliyoruz yine, yeniden.

Bu aygıtın yeni sahipleri de, bugünün yıllar öncesinden, her dönemin farklı özelliklerinden bihaber görünüyor oysa. Zamanında Cevdet Sunay’ın da altın kaplama klozet yaptırdığı söylentileri yayılmıştı halk arasında. Kulaktan kulağa idi o zamanlar haberlerin yayılması. Doğruluğu da kanıtlanamazdı, yanlışlığı da… Bir darbenin ardından gelen seçimde ise oylar yönünü değiştirmişti şaşırtıcı bir çoğunlukla. 

Ölen askerin yakınlarıyla konuşan Devlet Bahçeli’ye söylenen “Cumhurbaşkanı altın kaşıkla yemek yerken” sözü o yılları anımsattı bana ister istemez. Halkların kendisinden yanılsamasına kapıldıkları egemenlerle sınıfsal farklılıkların görünür olması, egemenlerin muktedir dilleriyle kapıldıkları kibrin bu sınıf farkını görünmez kıldıklarına boş inançları bir kez daha karşımızda artık. Bu kez önemli bir farktan da söz edebiliriz. Artık halklar kulaktan kulağa oynamıyor. İletişim araçları çok çeşitlendi.

Roboski’yi bombaladıklarında, hani şunun şurasında daha dört yıl bile olmamışken ve yandaş medyanın görmediğini görmemeye şartlanmışken insanlar, Gezi Parkının ağaçları ve dahi ceviz ağaçları bile farkında artık görmezden gelmenin görmeye zorladığını kendilerini. Bakmak ne kadar yüreğine ateş düşürse de, farklı iletişim kaynaklarının paylaştığı fotoğraflara bakmayı öğrendiler. Farklı sesleri, farklı sözleri işitir oldular eskisinden daha fazla. Yalnız kulakları ile değil, gözleri ile de görebiliyorlar neler olduğunu. Susmamak gerekir diye düşünüp, yazdım ben de.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

101 milyarlık gasp

101 milyarlık gasp

Enflasyonla mücadele adı altında uygulanan Erdoğan-Şimşek programı, enflasyonu düşürmüyor ama ücret ve maaşları acımasızca ezmeye devam ediyor. DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı. “Enflasyonun nedeni ücret zamları” yalanının foyası da açığa çıktı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı.

Evrensel'i Takip Et