AKP’nin savaşına karşı halkların barışı!
Fotoğraf: Envato
Kamu Güvenliği Müsteşarı Muhammed Dervişoğlu’nun HDP İmralı Heyeti’nden İdris Baluken ve Sırrı Süreyya Önder ile yaptığı görüşmeden, ‘devlet heyeti’nin Öcalan ile görüşmeler yapmaya devam ettiğini öğrendik. Bu görüşmede Dervişoğlu, Öcalan’ın “iki tarafa da sert eleştirileri olduğu”nu söylüyor.
Tam da devlet heyetinin Öcalan ile görüşmeye devam ettiğini öğrendiğimiz bugünlerde Başbakan Davutoğlu, Ceylanpınar’da yaptığı açıklamada “Müzakere yeri TBMM’dir” diyor. “Müzakereden sorumlu” Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ise, basınla yaptığı toplantıda “HDP’nin süreci istismar ettiği için bir daha Öcalan ile görüşemeyeceği”ni açıklıyor. Akdoğan’ın “istismar” dediği şeyin HDP’nin Erdoğan’ın başkanlığına karşı çıkması olduğunu artık herkes biliyor.
Peki, müzakere yeri Meclis ise ve HDP Heyeti’nin Öcalan’la görüşmesine bir daha izin verilmeyecekse devlet heyeti Öcalan’la neden görüşüyor?
Düşünün ki, Öcalan’ın PKK’ye silahsızlanma için kongre toplama çağrısı yaptığı “Dolmabahçe Mutabakatı”ndan bu yana İmralı Heyeti, Öcalan ile görüşemiyor. Cumhurbaşkanı çıkıp bu mutabakata karşı olduğunu söylüyor. Seçimlerden Erdoğan-AKP’nin beklediği sonuç çıkmayınca PKK kampları bombalanmaya başlıyor. Ve ülke adım adım bir çatışma ortamına sürükleniyor. Sonra da Akdoğan, PKK’nin yeniden çatışmasızlık kararı alması yönünde çağrıların yapıldığı ve bu yönde bir beklentinin oluştuğu bugünlerde çıkıp “Yine muhtemel bir seçime dönük taktik bir takım hamlelerde bulunabilir. Taktik açıklamalar, eylemsizlik kararları vs. Bunları da biz kabul etmeyiz” buyuruyor!
Erdoğan’ın çanağında beslenip bugünlere gelen Akdoğan’ın bu sözleri aslında yaşananları başka söze gerek bırakmayacak şekilde açıklıyor. Birinci olarak, bu savaşın Erdoğan-AKP’nin talimatıyla yeni bir seçime ortam hazırlamak amacıyla çıkartıldığını. Ve ikincisi, PKK’nin çatışmasızlık kararı alması halinde bile operasyonların devam edeceğini…
Şimdi sormazlar mı adama, derdiniz gerçekten PKK’nin kalıcı olarak silah bırakması ise; neden Öcalan lideri olduğu PKK’ye tam da silahsızlanma çağrısı yaptıktan sonra örgütüyle görüşme yollarını kapattınız?
Tabi Davutoğlu’na da sormak gerekiyor: Müzakere yeri Meclisse, MİT yasasındaki düzenlemeleri bir tarafa bırakırsak, neden PKK’lilerin geri çekilmesi başta olmak üzere bugüne kadar sürecin ilerlemesi yönünde yapılması gereken hiçbir yasal düzenlemeyi yapmadınız?
Demek ki, bu koşullarda devlet heyetinin Öcalan ile görüşmesinin; tecrit uygulamasının meşrulaştırmasına ve daha da önemlisi Kamu Güvenliği Müsteşarı’nın yaptığı gibi “Öcalan şunu söyledi” benzeri açıklamalarla HDP ve KCK üzerinde baskı kurmaya yönelik bir adım olmaktan öte bir anlamı yoktur. Eğer AKP Hükümeti gerçekten çatışmaları sona erdirmek isteseydi ilk yapacağı şey, İmralı Heyeti’nin Öcalan ile görüşmesini sağlamak olurdu. Çünkü açlık grevlerinden, Lice ve Cizre olaylarına kadar bütün kritik süreçlerde olayları-çatışmaları sona erdiren Öcalan’ın açıklamaları olmuştur.
Bir başka çanak yalayıcı, savaş çığırtkanlığı yapan havuz medyasının kalemşorlarından Melih Altınok, KCK’li Duran Kalkan’ın orduya, “AKP’nin savaşına alet olmama” çağrısı yapmasını “darbe çağrısı” olarak lanse etmeye çalışıyor. AKP’nin sadece Kürt halkına değil, ülkedeki bütün emek, barış, demokrasi güçlerine savaş açmasından bile mağduriyet çıkarmaya çalışan Altınok, doğrusu yaladığı çanağa hizmette kusur etmiyor! Ama bu çabalar boşuna. Kendi siyasi istikballeri için ülkeyi savaşa sürükleyenler bunun hesabını vermekten kurtulamayacaklar. Çünkü ülkede yaşayan halklar, her milliyetten işçi-emekçiler her geçen gün bu savaşın kendi savaşları olmadığını daha fazla görmeye başlıyor. “Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” diyerek kendileri için işçi-emekçi çocuklarının fabrikada ve işletmelerde değeri ne kadarsa, askerde de o kadar ucuz olduğunu gösterenlere “neden bir bakan, general, zengin çocuğu ölmüyor” diye soruyor ve “artık yeter” diyorlar.
Evet, bu savaş bizim savaşımız değil. Silahlar susmalı, görüşmeler başlamalı, Kürt sorununun barışçıl demokratik çözümünün yolu açılmalıdır. Bunun için Türk-Kürt her milliyetten işçi-emekçiler olarak bizi ölmeye-öldürmeye zorlayan bu savaşa “artık yeter” diyerek barış için sesimizi yükseltmeliyiz. Çünkü ancak o zaman bizi mahallede, okulda, fabrikada düşmanlaştırıp bölen bu savaş ve sömürü düzenine karşı insanca yaşayacağımız barışçıl demokratik bir geleceği hep birlikte kurabiliriz.
Basının iki temel görevi, haberleriyle kamu adına her tür iktidarı denetlemek ve gerçeğe ulaşmak için her türlü görüş ve sesin kamuya ulaşmasını sağlamaktır. Bu görevlerden biri sınırlamaya uğrarsa ülkede basın ve ifade özgürlüğü, dolayısıyla demokrasiden söz etmek imkansız hale gelir. Bugün gazetelere, haber ajanslarına, televizyon ve internet sitelerine getirilen sansür, kısıtlama ve baskılar özgür medyanın işlevini hedef almaktadır.
- Kürtler arası ‘birlik’ arayışı ve Türkiye’nin müdahalesi 28 Ocak 2025 06:50
- Öcalan’ın mesajı ve Kırmızı Kitap 24 Ocak 2025 14:40
- Trump’ın kabinesindeki ‘dostlar’ ve ABD’nin Ortadoğu politikası 21 Ocak 2025 13:41
- Mesele sadece Erdoğan'ın adaylığı mı? 17 Ocak 2025 05:25
- Adsız süreç, çözümsüz barış! 14 Ocak 2025 05:00
- Trump, Erdoğan’ı niye övüyor? 10 Ocak 2025 04:40
- Türkiye-İsrail rekabeti ve Kürt sorunu 07 Ocak 2025 05:30
- Suriye’deki gelişmeler ve kapısı aralanan yeni ‘süreç’ 03 Ocak 2025 07:30
- Öcalan'ın mesajı ve yeni sürecin işaretleri 30 Aralık 2024 12:47
- HTŞ yönetimi ve Suriye'nin etnik-dinsel fay hattı 27 Aralık 2024 06:20
- Suriye ve yeni Osmanlıcılık 24 Aralık 2024 05:00
- Düğüm yine Kobanê'de çözülecek! 20 Aralık 2024 05:30