11 Ağustos 2015 01:00

1990'lara dönüş mü?

1990'lara dönüş mü?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

1990’lı yıllara geri döndüğümüz sıkça dile getiriliyor. 1990’lara geri dönmek mümkün mü gerçekten? Siyasal ve toplumsal bilimlerde doğu toplumlarında tarihin aslında hep bir tekrardan ibaret olduğuna dair yaygın bir kanı mevcuttur. Bu oryantalist kanıya göre doğu toplumları ezelden ebede despotizme mahkumdur. Tarih bu toplumlar için bir ilerleme, gelişme değil; bir tekrar, bir fasit döngüden ibarettir. Cumhuriyet tarihi boyunca düzenli bir şekilde defalarca ezilen kesimler açısından tarih despotizmin farklı dönemlerde vücuda gelmesi olarak görülebilir. Bu açıdan siyasette sadece 1990’lı yılların değil yüzlerce yıllık devlet geleneğinin izlerine rastlamak mümkündür. Örneğin devletin kuşkuyla yaklaştığı kesimleri ehlileştirme ve tepeleme arasında bir cendereye sıkıştırması Osmanlı tarihçilerinin de dikkat çektiği bir uygulamadır. Kullanılacak benzetmeler şüphesiz uygulanan güncel strateji ve taktikleri değerlendirmek için yararlıdır, ancak her dönemin kendine özgü koşulları olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Strateji ve taktiklerin benzerliği bunları kullanan aktörlerin belirli ekonomik, toplumsal, siyasal koşullar içinde faaliyet gösterdiği gerçeğini gizlememeli. İnsan zihni ister istemez her yeni durumda geçmiş tecrübelerden çıkardığı benzetmelere başvuruyor öncelikle. Analojik düşünce akıl yürütmenin ilk basamağı sayılabilir. Ancak analojiyi mantığın yerine koyan tarihsel benzetmelerin yanıltıcılığına karşı dikkatli olmak gerekir. Türkiye’nin muhalefet tarihinin belki en büyük hatalarından biri biçimsel benzerliklerden yola çıkarak 12 Eylül darbesinin içeriğinin 12 Mart darbesiyle aynı olacağı düşüncesi olmuştur.
1990’lı yıllara dair yapılan benzetmeleri değerlendirirken iktidarın dayandığı toplumsal dinamikleri, sermaye birikim sürecini, 1990’lı yıllardan bugüne biriken tecrübeleri ve bölgesel ve küresel aktörlerin pozisyonlarını hesaba katmak gerekir. 1990’lardaki gibi Avrupa Birliği’yle bütünleşerek hem zenginleşme hem de demokratikleşmenin gerçekleşeceği gibi bir umut kapısı bugün mevcut değildir. Türkiye AB’ye en yakınlaştığının düşünüldüğü, AKP’nin AB’de ayakta alkış aldığı 2010 referandumunun hemen akabinde AB’den uzaklaşmaya başlamış, AB’nin de kriz yüzünden cazibesi ve gücü azalmıştır. Ortadoğu’da bölgesel güç olma hevesi de kursakta kalmıştır. Bu maceracılığın sonuçlarını henüz tam anlamıyla görmüş değiliz. Yalnız an itibarıyla işaretler olumlu değil. 1990’lardan farklı olarak Irak ve Suriye’de rejimler çökmüş, sınırlar tartışılır hale gelmiş, İran muazzam bir güç kazanmış, Yeltsin’in Rusyası’nın yerini Putin’in Rusyası almıştır. Bu gelişmeler karar vericilerin ortamını köklü bir şekilde değiştirmiştir.
Ülkenin toplumsal dinamikleri de 1990’lardan farklıdır. Öncelikle yaşanan çatışmasızlık süreci toplumda temel sorunların şiddete başvurmadan çözülebileceği umudunu arttırmıştır. Bu umut militarist bir milliyetçiliğin inandırıcılığını ciddi olarak kısıtlamaktadır. Gezi protestolarının ve HDP’nin etkisi de içinde yaşadığımız dönem açısından hafife alınmaması gereken unsurlardır. HDP’nin kısa zamanda hızlı bir büyüme kaydetmesi sadece lider profili, seçim stratejisi ve diğer aktörlerin tutumlarıyla açıklanamaz. Bunlar elbette önemli unsurlardır ancak HDP, Gezi’nin de dahil olduğu toplumsal bir dinamiğin ürünüdür ve toplumsal dinamik siyasi mühendislikle şekillendirilemez. Dolayısıyla askeri yöntemlerle HDP’nin baraj altına itilebileceğini düşünenler, 1990’ların politikalarını yeniden tedavüle sokabileceğini düşünenler büyük bir hayal kırıklığına hazır olmalı.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa