Kötülük ile özgürlük arasındaki ilişki
Fotoğraf: Envato
Kötülüğe devam… Bitmiyor çünkü bu dünyada kötülük… Bu sefer de Filozof Schelling’den alıntılarla… Yine Richard Bernstein’ın “Radikal Kötülük” adlı eserinden… Schelling, 1775-1854 yılları arasında yaşamış bir filozof… Tabii hemen girişte bir düzeltme yapayım. Kötülüğün bitmesi pek de mümkün değil. Özellikle belli başlı dönemlerde kötülüğün fena halde işbaşında olduğu örnekler yaşanıyor insanlık tarihinde. Schelling’e göre kötülük ile özgürlük arasında girift bir ilişki var. Ona göre, özgürlük, kötülüğün gerçekliğinin kabulünü gerektiriyor. Gerçek kötülük ile somut özgürlük ayrılmaz biçimde birbirine bağlı. Kötülüğün gerçekliği inkar edilirse, özgürlüğün gerçekliğini de inkar etmek zorunlu. Başka bir deyişle, en basit haliyle, kötülüğün varlığını, ne şekilde karşımıza çıktığını, bütün gerçekliğiyle ve somutluğuyla kabul edip ona karşı somut bir özgürlük mücadelesi vermek gerekli.
Schelling’e göre kötülük ile siyasetçi arasında şöyle bir ilişki var: “Siyasi bir özne (belediye başkanı, bakan, başbakan, devlet başkanı, cumhurbaşkanı, parti, vs.) devletin ya da ulusun evrensel çıkarını temsil ettiğini iddia ettiğinde, siyasi özneye yapılan her saldırı ulusun kendisine yapılan bir saldırı oluyor. Kötülük ise Schelling’in anlayışına göre, siyasi öznenin kendisiyle evrensel olan arasındaki bir kısa devre, sapkın bir ilişki… Bu sapkın ilişkiyi ise şöyle açımlıyor: “Kötülük, siyasetçinin, sözcüklerinin ve eylemlerinin doğrudan doğruya devletin, ulusun, kültürün, tanrının sözcükleri ve eylemleri olduğuna inanmaya cüret etmesidir.” Bir davanın, ulusun, ümmetin görevlisi, misyoneri, temsilcisi veya seçilmişi olmak… Benim davam, davamız, vs… Adolf Hitler’in ünlü eserini bilirsiniz: “Kavgam.” Daha başka çağrışımlarla: “Bana bunu yapmak, ulusa, devlete hakarettir.”
Bir kralın, bir sultanın, bir padişahın kendisini, başında yöneticisi bulunduğu devletin, ülkenin, halkın seçilmiş lideri olarak kabul etmesi ve kendisine yapılan bir eleştirinin devlete, ülkeye, halka, ulusa yapılmış bir hakaret olarak kabul edilmesi gerektiğine ilişkin kopardığı yaygarayı kötülük olarak tanımlıyor yani Schelling…
Schelling, bu durumu tehlikeli bir kadiri mutlaklık yanılsaması, Tanrı’ya rakip olmaya çalışan bir yanılsama olarak da tarif ediyor. Geçen hafta Arendt’i yorumlarken kullandığım Tanrı’ya başkaldırmak ifadesini de hatırlatırım. Bu, İslam’da Allah’a şirk koşmak ile benzer bir anlam taşıyor.
Schelling’in ekolojiye de katkısının önemli düzeyde olduğunu söylüyorlar onu yorumlayanlar. Buna göre insan denilen varlık kendisini doğanın efendisi gibi gördüğünde onun en büyük düşmanı oluyor. Ona zarar verme potansiyeline sahip oluyor. Oysaki insan doğanın bir parçası ve diğer canlılara göre biraz daha vahşi ama o kadar; efendisi falan değil yani. İnsan doğa içindeki konumunu, sınırlarını, yapabileceklerini ve yapamayacaklarını bilecek ona göre davranacak. “Doğaya karşı mücadele” söylemleri falan da insanın kendine yabancılaşması belki de… Ya da teknolojiyi geliştiren insanın doğa içinde her şeyi yapmaya hakkı olduğu fikri de büyük bir yanılsama…
Dolayısıyla bu noktada kendisini kadiri mutlak gören bir siyasetçinin sahip olduğunu sandığı güç nedeniyle insanlığın seçilmiş lideri olarak, insanlık adına, temsil ettiği ulus, halk, devlet adına doğaya zarar verme potansiyeli de oluyor. Koca koca inşaatlar dikmek, büyük projeler uğruna ormanları yok etmek, üstelik seçilmiş kutsal temsilcisi olduğunu sandığı insanları feda edercesine doğaya zarar vermek, hukuk sistemine rağmen…
Kötülük ve totalitarizm adına neler söylemiş filozoflar, değil mi? Hepsinin gözünde, aslında bütün siyasetçilerin foyası meydanda. Felsefe bildin mi, düşünmeyi bildin mi, ki insan düşünen bir varlıktır, sadece filozoflar gözünde değil, kitleler gözünde de siyasetçilerin foyası ortaya çıkar. Sadece siyasetçilerin mi, onları besleyen sermayenin de… Kralın çıplak olduğunu herkes görür ve de söyler. Bu yüzden siyasi iktidarlar düşünen insanlardan hoşlanmaz. Foyalarının ortaya çıkacağından korkarlar. Bu nedenle de adına millet dedikleri “hayali cemaatler” oluştururlar, “geniş grup kimliklerine” ihtiyaç duyarlar. Buna göre de “öl ve öldür” derler. Şehit olarak adlandırdıkları kurbanlardan beslenirler.
- Eğitimde reform… Kim için ve ne için? 15 Ekim 2016 00:26
- İhtisaslaşmış kölelik 17 Eylül 2016 00:11
- Meslek liselerinin devri? 10 Eylül 2016 00:56
- Mültecilik, kölelik midir? 03 Eylül 2016 00:54
- Özgürlük, adaletten başka bir şey değildir 06 Ağustos 2016 00:51
- İnsan olmak, demokrasi ve yabancılaşma 30 Temmuz 2016 01:00
- Demokrasi eğitimi ve demokrasinin neresindeyiz? 23 Temmuz 2016 00:51
- Vatandaş mı, yandaş mı, düşman mı? yoksa insan mı? 16 Temmuz 2016 00:51
- Yabancı öğretmen yetiştirme düzeni 09 Temmuz 2016 01:00
- Performans kaygısı 02 Temmuz 2016 01:00
- Maarif Vakfı Kanunu 25 Haziran 2016 00:51
- Başka bir seçenek hakkı için: ‘Yeter Artık’ 18 Haziran 2016 00:13