20 Ağustos 2015

Ha gayret, bölmeye az kaldı!

Çok değil, daha iki ay önce medyada “Burası Antalya değil…” ile başlayan Zap, Munzur gibi Kürdistan’ın farklı nehir ve yaylalarıyla ilgili tatil haberleri yapılıyordu. Şimdi oralarda dağlar bombalanıyor, ormanlar yanıyor. Kürdistan coğrafyasında Kars’tan Ağrı ve Erzurum’a, Dersim’den Diyarbakır ve Mardin’e dört bir taraf  ‘özel güvenlik bölgesi’ ilan edilerek ateş çemberine alınmış durumda. Varto, Silvan, Şemdinli, Lice gibi ilçeler kuşatılıyor, sokağa çıkma yasakları ilan ediliyor, hiçbir yasa, hukuk tanımaz bir şekilde insanlar katlediliyor. Koskoca ilçeler ‘90’lı yıllardaki bombalamalardan beter şekilde yakılıp yıkılıyor. Kuşatma altındaki halkın anlattıkları, Kürdistan’ın dört bir tarafında Kobanê’ye saldıran IŞİD’i aratmayan bir kin ve düşmanlığın kol gezdiğini gösteriyor. Ve Varto’da gerilla Ekin’in çıplak sergilenen cesedi, ağızlarından salyalar akıtarak nutuklar atan dikta heveslilerinin zulmünü bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor…
‘Özel güvenlik bölgesi’ ilan edilip ateş çemberine alınan yerlerin haritasına bakarsanız, bu yerlerin 7 Haziran seçimlerinde HDP’nin ezici bir üstünlük kazandığı yerler olduğunu göreceksiniz. Burada yaşayan insanlar savaş istedikleri için HDP’ye oy vermediler. Aksine Erdoğan’ın seçimlerden önce devirdiği müzakere masası daha güçlü kurulsun, bir daha savaş olmasın diye HDP’ye oy verdiler. HDP’ye verdikleri oylarla Türklerle eşit haklar temelinde demokratik birlikten yana olduklarını ilan ettiler.
Sonra olanları biliyoruz. 7 Haziran seçimlerinde sadece AKP iktidarını kaybetmedi, halk Erdoğan’ın başkanlık hevesin de “dur” dedi. Ama iktidara gelirken “milletin iradesi”, “sandık” sözlerini ağzından düşürmeyen Erdoğan, bu kez milletin iradesini tanıma niyetinde değildi. Ülkeyi yeniden seçime götürmek ve yeniden tek başına iktidar olmak için ‘savaş ve kaos planı’nı devreye soktu.  “Burası Antalya değil…” ile başlayan haberlerin yapıldığı yerler uçaklarla bombalanmaya başladı. Yetmedi; mahalleler kuşatıldı, evler basılıp yüzlerce insan tutuklandı, insanlar katledildi.
Derken Kürt coğrafyasının farklı kentlerinden kendilerini ‘terörist’ ilan edip saldıranlara karşı halkın ‘öz savunma’ ilan ettiği haberleri geldi. Mahallelerini kuşatıp çocuklarını katledenlere karşı halkın kendini savunma kararı alması, tahmin edileceği gibi medyada ‘bölücülük’ , ‘ayrılıkçı girişim’ olarak gösterildi.
Devletimiz bunlara hadlerini bildirmeliydi!
‘Öz savunma’ daha önce Demokratik Toplum Kongresi (DTK) tarafından ilan edilen demokratik özerkliğin boyutlarından birini oluşturuyor. Burada Kobanê’de olduğu gibi saldırı altındaki halkın kendini koruması esas alınıyor. Elbette demokratik özerklik modeli, ilan edilme biçiminden nasıl inşa edileceğine kadar birçok yönüyle tartışılabilir ama kesin olan bir şey varsa o da bu modelin ayrılmaya değil, devletle eşitlik hukuku kurmaya dayalı bir model olduğudur.
Ama evet, bugün ülke bölünme tehdidi altındadır. Fakat bu tehdidin kaynağı ne Kürt halkı, ne de ilan edilen ‘öz savunma’dır. Bu tehdidin ana kaynağı AKP Hükümeti-Erdoğan’ın politikaları ve harekete geçirdikleri askeri ve sivil güçlerdir. Bombalanan dağlar, yakılan ormanlar, kuşatılan ilçeler, gözaltına alınan, katledilen insanlar, batıda linç girişimlerine uğrayan Kürt işçiler ve çocuklarının cesetleri üzerinden değerlerine saldırılan bir halk…
AKP-Erdoğan iktidarı ve harekete geçirdiği güçler, HDP’ye oy vererek demokratik birlik iradesini ortaya koyan Kürtleri bölmek için el birliği ile çalışıyorlar.
Bugün “Bölünmek istemiyoruz” diyenlerin yapması gereken ilk şey, ateş çemberine alınan, saldırı altındaki Kürt halkının sesine ses vermektir. Çünkü ülkeyi adım adım bölünmeye götürenler, savaşı başlatıp Kürt halkına özel savaş hukukunu dayatanlardır. Dolayısıyla ülkenin geleceğini, barışı savunanların savaşı başlatanlar kadar cesur ve güçlü olup olamayacağı belirleyecektir. Öyleyse silahların susması, ölümlerin durması ve anaların gözyaşlarının dinmesi için Kürt halkının barış çığlığı yanıtsız bırakılmamalıdır. Üstelik sadece bu da değil; bu ülkede yaşayan halkların ve her milliyetten işçi-emekçilerin, dikta rejimi kurmak için savaşı başlatanları durdurmak ve ülkenin bölünmesinin önüne geçmek için bugün sahip oldukları en önemli silahtır barış.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi

Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi

600 bin işçiyi kapsayan kamu toplu sözleşmesi görüşmeleri dün başladı. Ek iş yapmadan geçinemez hale gelen işçilerin temel talebi yoksulluk sınırının üzerinde ücret. Kamuda 4 ayrı kuşaktan savunma sanayi işçilerinin aktardığı deneyimler de taleplerin ancak birlik olup, mücadeleyi göze alınca kazanılabildiğini gösteriyor.

Ücretler yoksulluk sınırının üzerine çıkarılsın

Vergi kesintileri yüzde 15’le sınırlı tutulsun

İkramiye ve ek ödemeler vergi kesintisi dışında bırakılsın

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Mardin’de kayyım 3 ayda 301 işçiyi işten attı.

Evrensel'i Takip Et