Milliyetçilik: Yalancı türleşme
Fotoğraf: Envato
Geçen haftaki yazımın son paragrafında “hayali cemaatler” ve “geniş grup kimlikleri” adlı iki kavramı kullanmıştım. Bu hafta oradan devam edeceğim. Hayali cemaatler kavramını daha önceki yazılarımdan birinde kullanmıştım. Benedict Anderson’ın “Hayali Cemaatler: Millliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması” adlı eserinde kullandığı bir kavram. Ulusları hayal edilmiş topluluklara benzeten Anderson, eserinde insan denilen varlığın bu hayal edilmiş topluluklara nasıl bağlılık duyduğunu ve bu hayali kimliğe dayanarak bile bile nasıl ölüme gittiğini ve başkalarını öldürmeye hazır olduğunu anlatıyor.
Bu sefer de aşağı yukarı aynı anlamda Erik Erikson adlı, gelişim psikolojisi alanında çok önemli bir yere sahip olan bir bilim insanının “geniş grup kimlikleri” adlı kavramından söz edeceğim. Dünya üzerindeki çatışmaları çözüme kavuşturma konusunda uzman olan bir psikanalist olan Vamık Volkan bu kavramı, “Kimlik Adına Öldürmek: Kanlı Çatışmalar Üzerine Bir İnceleme” adlı eserinde kullanıyor ve bu kavramın temelindeki kuramsal yaklaşıma dayanarak ait hissedilen kimlik adına ölüme gitmek ve öldürmek konusunu işliyor. Ben bu eserden alıntılar yapacağım.
Erikson geniş grup kimliği bağlamında yalancı türleşme adını verdiği bir süreci tanımlıyor. Buna göre, insanlık tarihinin başlangıcından beri her insan grubu kendine özgü bir kimlik duygusu geliştiriyor ve her grubun gerçek insan kimliğinin tek sahibinin kendileri olduğuna inanıyor ve bu şekilde her grup bir yalancı tür haline geliyor ve diğer gruplara karşı üstünlük taslayan bir tavır takınıyor. Grup içinde bu kimliğe aidiyet ise çocukluk döneminde oluşuyor tabii ki. Bu aidiyeti öğretmenin en önemli aracı da okullar… Buradaki yalancı tür tanımlaması, bütün grupların ait olduğu insan türünü reddedip kendi grubunun gerçek insan türünü temsil ettiğine inanmakla ilgili… Bu yüzden, kendi milletinin en doğru, en büyük, en esaslı millet olduğunu düşünmek önemli bir yanılsama… Anderson da o yüzden hayali kelimesini kullanıyor kendi hayali cemaatler kavramında… Bütün bunlar bir hayal ve bir yanılsama olduğu gibi bir tür hastalık da aynı zamanda. Çünkü bu hayaller, yanılsamalar adına cinayetler işliyorsunuz. Korkunç bir şey… Ama iyileştirilebilir bir hastalık, merak etmeyin. Sevgi, saygı ve empatinin öğrenilmesi gerekiyor sadece…
Ezelden ebede düşmanlıklar bu hayali ve yalancı türlerin özümsenmesiyle oluşuyor, savaşlar yapılıyor, insanlar birbirini gözünü kırpmadan öldürebiliyor. Gruplar düşmanlıklara ihtiyaç duyuyorlar bir grup olarak yaşamlarını sürdürmeye devam edebilmek için. Şimdi bu cümleyi okuyan herhangi biri, bu sürecin gayet doğal, olağan ve de grup halinde yaşayan insanlara özgü ve kaçınılmaz olduğunu düşünebilir. Ama doğal, olağan, kaçınılmaz ve insana özgü değil tabii ki bu durum.
Bu geniş grup kimliklerinin ürettiği kültürel değerler, gelenek ve görenekler, alışkanlıklar bu grupların varlığını meşrulaştıran ve geniş grup kimliklerinin oluşumunun olağan ve insana özgü olduğunu düşündürten unsurlar. Bu ortaklıklar birlikteliği sağlayan unsurlar olduğu için oldukça olumlu role de sahip oluyorlar. Ama bunların ortak hedefler doğrultusunda daha da genişlemek, başkalarına üstünlük sağlamak, başkalarının topraklarını ve ortaklıklarını ele geçirmek ve başkalarının ortaklıklarını yok etmek için kullanılması olasılığını da düşündüğünüzde masum gibi görünen geniş grup kimlikleri, şirin, sempatik kültürel değerler ve gelenekler ve bunlara göre oluşturulmuş hayali cemaatler masumiyetlerini kaybetmeye başlıyorlar.
Zaten iki farklı bilim insanı tarafından bu grupların birbirine yakın anlamlar taşıyan sözcüklerle tanımlanması çok rastlantı da değil. Hayali cemaatler, yalancı türler... Bu şekilde tanımlanmasının Marx’ın da tarif ettiği biçimiyle bir tür yabancılaşmaya işaret ettiğini söylemek mümkün. İnsan türünün bir elemanı olarak birey kendini güçsüz hissederek ve öz denetimini de başkalarının oluşturduğu gruba, yani yalancı türe teslim ederek böylesine hayali, böylesine sahte ve gelip geçici şeye bağlanma ihtiyacı hissediyor. Bu, öyle bir şey halini alıyor ki, bir yalan uğruna gözünü kırpmadan ölmeye ve öldürmeye gidebiliyor.
Fakat esas sorun bu geniş gruplarda herkesin üstüne çıkarak kendini kadiri mutlak gören liderler olabiliyor. İnsan bedeninde diğer hücrelerden farklı bir gelişme göstererek kanserleşen hücreler gibi lider adı verilen kişiler de birdenbire diğerlerinin üzerine çıkmaya, şişmeye, büyümeye başlıyorlar. Bu geniş grupları yönetmeyi, onlar adına karar vermeyi kendilerinde hak görüyorlar. Öyle bazı liderler çıkıyor ki, tıpkı kanser hastalığında kanserli hücrenin insan bedeninin ölümüne yol açması gibi, bu liderler de geniş grubun çökmesine yol açabiliyorlar.
Tekrar hatırlatmak gerekirse ki insanlar bunu unutmaya hazır gibi görünüyorlar, bu kanserin tedavilerinden biri herkesin eşit katılımının mümkün olduğu doğrudan katılımcı demokrasi, eşitlik ve özgürlük temelinde işleyen bir hukuk devleti…
- Eğitimde reform… Kim için ve ne için? 15 Ekim 2016 00:26
- İhtisaslaşmış kölelik 17 Eylül 2016 00:11
- Meslek liselerinin devri? 10 Eylül 2016 00:56
- Mültecilik, kölelik midir? 03 Eylül 2016 00:54
- Özgürlük, adaletten başka bir şey değildir 06 Ağustos 2016 00:51
- İnsan olmak, demokrasi ve yabancılaşma 30 Temmuz 2016 01:00
- Demokrasi eğitimi ve demokrasinin neresindeyiz? 23 Temmuz 2016 00:51
- Vatandaş mı, yandaş mı, düşman mı? yoksa insan mı? 16 Temmuz 2016 00:51
- Yabancı öğretmen yetiştirme düzeni 09 Temmuz 2016 01:00
- Performans kaygısı 02 Temmuz 2016 01:00
- Maarif Vakfı Kanunu 25 Haziran 2016 00:51
- Başka bir seçenek hakkı için: ‘Yeter Artık’ 18 Haziran 2016 00:13