30 Ağustos 2015 01:00

Bir yazarın çığlığı

Bir yazarın çığlığı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Nezihe Meriç’in (1925 Gemlik-18 Ağustos 2009 İstanbul) son öykülerinden biri Gülten Akın’ın bir şiirinin adını taşır: “Benim Acım Acıların Beyidir”. Bu öyküde İstanbul’daki bahçesi bol, bostanları  tükenmemiş  gecekonduların oralarda, bir bahçede toplaşırlar akşamları kadınlar. Çay demlerler. Konuşurlar. Evden çıkamayacak yaşlıları bile kucaklar getirir katarlar sohbetlerine.  
Hep bir korku vardır ama, umutla birlikte. Tanrı bir gün inecektir yukarılardan nasıl olsa. Akşam oturmasına gelecektir onların yanına. Kızlara çeyiz parası, dudak boyası, fırfırlı etek dağıtacak, nasihat edecek, çocuklara taş bebek, uçurtma,  dondurma, ihtiyarlara da renk renk çeşit çeşit ilaç getirecektir. Bu umutlar korkularla birlikte dualaşır her gece:
 “Kadınlar, başlarını hafifçe iki yana sallayarak, içlerinden gizlice seslenecekler ona :”Ah Allahım , sen bilirsin ya Rabbi! Büyük Allahım, sen bizi koru, sen çoluğumuzu çocuğumuzu koru. Savaş mavaş olmasın, sen askerdeki evlatlarımızı düşman kurşunundan koru , oy oy ooooooooy! Çok darda kaldık ya Rabbim. İş yok, ekmek yok, sen bizi koru, sen bize çare göster Allahım!”
Günün birinde çevredeki sitelerden ya da köşklerden bir şikayet gelir, oralardaki beyler rahatsız olmaktadır. Bir gıdımlık keyifleri ellerinden alınmak istenmektedir. Bütün toplantılarda asık suratlı davranan Nazlı “yasak” sözcüğünü duyunca  öfkesini boşaltır olanca sesiyle:
“Bak savaş var savaş. Savaş be! Siz burada böyle çay içip oturuyorsunuz, ama savaşta herkes ölüyor. İnsanlar ölüyor, bebeler ölüyor. Bomba atıyorlar, evler ölüyor, ağaçlar ölüyor.Onlar beymiş! Yuh olsun öyle beyliğe! Biz burda aç yaşıyoruz , onlar bal kaymak yiyorlar, bizim kardeşlerimiz askere gidiyor, onlar göbek atıyorlar. O havai fişeklerden bir tanesiyle bile kaç kilo kıyma alınır biliyor musunuz?Utanmıyorlar. Biri çıkıp da , yapmayın, bunların parasını fakirlere dağıtalım diyor mu ha diyor mu...” Nazlı bunları haykırırken öfkesinden ağlamaya başlar. Zaten kan sesi, kurşun sesi,  giden canların feryatları bahçelerin çiçek kokularını bastırmaktadır.
Nezihe Meriç, Nazlı’nın ağlayışını şöyle açıklar:
“Onu ağlatan, bilemediği, anlayamadığı, kafasını karıştıran duygularını çıkmaza sokan, onu hırs içinde bırakan bir şeydi.Şeydi işte. Şey...
Neydi?
Bir bilse!
Bilse öyle aksilenmez zaten.”  
Nezihe Meriç bu öykünün yeniden yazılması gereğini duyar. Der ki:
 “Yalnız şu da var: Bu öyküde bir eksiklik duygusu hissediliyor. Nazlı’nın hırstan kısılmış sesine  karışan öbür sesler yok (mu?). Susturmaya çalışanların, karşı çıkanların,telaşlananların, ortada yuvarlanan karışık, uğultumsu sesi yok. Çocukların bağrışmaları bile gölgelendi.
Ama , şunu da hesaba katmak gerekir, bu öyküyü, öykünün sesini duyarak okuyanlar, zaten o eksik gibi görünenin sesini de algılayıp katacaklardır öyküye”.
Biliriz ki, bu öyküde  haykıran Nezihe Meriç’tir. Anadolu’yu karış karış tanıyan, Ağrı’da büyüdüğünden bir zamanlar Kürtçeyi su gibi konuşan Nezihe Meriç.   
Şimdi  yazarların, aydınların, bilgelerin  çığlığına kulak vermenin zamanıdır. Bu çığlıkta kimlerin sesinin yankısı var dikkat edin. Alanlarda haykıranların sesi cılız mı, tek mi,  yoksa gölgelendi, yok mu sayıldı?
İyi kulak verirseniz eksik sandığınız sesleri de duyacaksınız. Hem de alanlara taşıyacaksınız, sandıklara da.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa