7 Eylül 2015

Kültürümüz – kimliğimiz -6-

Korumanın önemi birden anlaşılamıyor. 

Önce tanımak, sonra sevmek gerekiyor. Ancak ondan sonra korumak istiyor kişi sevdiğini… İster bir taş olsun ister, bir betik… Ya da koskoca bir tapınak…

Bir örnek daha anlatmak istiyorum size:

Biliyorsunuz sanırım, ben Denizliliyim. Denizli geçmişte kent gibi kentmiş. Bir yerleşmeyi kent yapan bütün donanımları tamammış. Ben diyeyim yüzlerce, siz anlayın binlerce kişiyi bir araya getiren hem de iki tiyatrosu varmış. Bir de Türkiye'dekilerin en büyüğü olan stadyumu… Tapınaklar, hamamlar, pazar yerleri, uzaklardan çift boruyla getirdikleri sular için çeşmeler, bütün evlere su dağıtan düzenek, pis suları alıp götüren, içinde iki kişinin kol kola yürüyebileceği kanallar… Daha neler neler…

Masal anlatır gibiyim değil mi?

Ancak Denizlililerin çoğunluğu, neredeyse tümü bunlardan bilgisizdi… Kimileri bir nenler anlatıyordu topraklarla örtülü Laodikya üzerine, işte hepsi bu…

Yıllar yılı orada kazı yapılmalı der dururdum… Ünlü arkeologlara… Devlet yapmalı derlerdi. Devlet hangi birine yetişsin… 

Bir gün can arkadaşım Esat Sivri ile Denizlililere, "hem şehri" lerimize bir çağrı yaptık:

"Laodikya sizi bekliyor !"

Sanmıştık ki, en azından 40- 5o kişi uyar çağrımıza…

Beş yüze yakın kişi geldi. Çağrımıza uyan iki arkeolog dostla birlikte, gelenleri üç bölüğe ayırdık. Her bölüğe birimiz anlattık Laodikya'yı…

Bir yıl hiçbir şey olmadı.

Türklerin de yerleşmesiyle Ladik adını alan, son büyük depremden sonra bu gün "Kaleiçi" denilen yerde yerleşim kuran Ladiklilerden, ya da Denizlililerden kimse  el uzatmadı. 

Umut kesecek değildik elbette…

Bir yıl sonra Esat Sivri' nin üretim yerinde bu kez 18oo kişilik kumanya yaptırdık. Gene bir çağrı yaptık:

 "Laodikya hala sizi bekliyor !"

Biliyor musunuz bu kez kaç kişi geldi?
İki bin kişinin üzerindeydi gelenler…

Düğün bayramdı o gün. Valisinden, rektöründen, belediye başkanına, ayakkabıcısından, öğretmenine, esnafına sanki bütün Denizli oradaydı.

Hep birlikte gezdik eski Denizliyi.

Ertesi gün, bu şenliğe katılmış olan Denizli Ticaret- Sanayi Odası Başkanı (şimdi milletvekili) telefon etti:

"Ben Laodikya'nın yanındaki köydenim. Oralarda çok koyun güttüm. Cengiz ağabey, senin bize gösterdiklerine biz kara kara taşlar diye baktıydık hep. Oysa orada neler varmış!"

Bilmem duyumsatabildim mi? Denizlililer böylece Türkiye' nin en büyük stadyumunun bulunduğu eski kentleriyle tanıştılar, barıştılar.
 
Sanayi- Ticaret Odası oracıkta 40 bin lira katkıda bulunacağını bildirdi. Esat Sivri 50 bin… Üniversite, valilik derken gerekli paranın ucu gözüktü. Yılların düşünün gerçek olacağına inandım o gün…

Bir başka savaş başladı bu kez: Kazı işinin Pamukkale Üniversitesine verilmesini sağlamak…

Bu da başarıldı.

Şimdi görseniz gözlerinize inanamazsınız. Neler var neler… Prof. Celal Şimşek, azıcık alışılmıştan hızlı da olsa, kazı başkanı olarak çok önemli yapıları çıkardı ortaya. Laodikya'nın Bakır Çağını da yaşadığı belirlendi. Çok tanrılılıktan tek tanrılığa geçiş apaçık belgelendi. Altı km. uzaktan çifte kanallarla getirilen temiz suyun evlere nasıl dağıtıldığı, pis suların kent dışına düzgün kanalizasyonla nasıl atıldığı açıklıkla görüldü. 

Bütün bunlar elbette Denizlileri uzun uzun düşündürdü. Bu günkü Denizliyi, eksiklerini düşündüler.

Bu son anlattıklarımla, bir şey daha söylemek istiyorum: 
Geçmişi bilmeyenler günün bilincine erişemezler, geleceği düşleyemezler.  (Sürecek)

Evrensel'i Takip Et