Ölüme alıştırmak
Silvan’da bir duvar yazısı; ‘Şimdi burda ölürsek, en fazla kahvede çaylar soğur…’ Belli ki yaşama küskün, umutlarını yitirmiş bir gencin elinden çıkma. Ölümü ciddiye almayacak kadar çaresiz oluşu insanın kanını donduruyor, canını acıtıyor. Uğur Güç’ün objektifine aldığı bu yazıyı gördüğüm günden beri toparlayamıyorum kendimi. Yüreğimde sancı dinmek bilmiyor. Neden diyorum devletimiz yurttaşlarına, özellikle gençlerine bu denli gaddar?1960 yılından bu yana ne kadar genç öldürüldü bu topraklarda. Yargısız infazlarda, idamlarda, işkencelerde, planlanmış kör tuzaklarda. Sayısını bilen var mı? Ya kaybedilen, kimlikleri yok edilen, faili meçhul dosyalarında gizli kalmış, adları silinmiş kayıtları yok edilmiş insanlarımız. Cumartesi anneleri yıllardır çocuklarını, eşlerini, babalarını arayıp duruyorlar. Adalet istiyorlar devletten, yaşama yaşatılma hakkı talep ediyorlar. Çocuklarının, eşlerinin akıbetini öğrenmek istiyorlar yetkililerden. Devlet ilgisiz. Ya toplum! Kendileri ya da yakınları her hangi bir kötücül olayla karşılaşmadıkları, şiddet zulüm görmedikleri sürece, başkalarının acısına bakmayı sevmiyor toplumun büyük çoğunluğu. Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde gezip dolaşırken, evlatlarını, kocalarını arayan annelere gözlerinin ucu ile bakmaktan bile kaçınıyorlar. Sevinçler kadar acıları da paylaşmasını bilmeyen bir topluma sağlıklı demek olası mı?
Geçenlerde bir dost hüzünle şöyle yakınıyordu: ‘Türkiye sanki ölümlerle dans ediyor.’ Haklıydı. Siyasetçilerin koltuk ve mutlak iktidar gücüne sahip olma ihtiraslarının ölçüsü yok. İktidar sözcüleri şimdi de gençlerine, yurttaşlarına ölümü sevdirmeye çalışıyor. Şehit olmanın kutsallığını anlatıp duruyorlar. Şehit olanlarsa hep yoksulların çocukları. Adı konmamış bu savaşta varsılların çocukları yok. Bedelli ile parayı bastırıp sıyırıp gidiyorlar askerlikten. Aynı coğrafyada yaşayan yurttaşları bir birine kırdırarak vatanseverlik taslamak kolay. Barışın, bütün kurum ve kurallarıyla işleyen bir demokrasi içinde yerleri olmadığının bilincinde günümüz iktidarı. Seçim öncesi kamuoyunun haber alma, bilgilenme kanallarını tıkamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Tetikçilerini iktidara muhalif gazete patronlarına, yazarlarına saldırtıyorlar. Nitelikli yazarları, muhabirleri işten attırtıyorlar. Çatışmaları, ölümleri bahane ederek çok sesli bir toplumdan tek sesli bir topluma geçişin hazırlıklarına soyunuyorlar. Bu savaşı kotaran kendileri değilmiş gibi çevrede suçlu arıyorlar. Her muhalif kimliğe “terörist” diye saldırıyorlar. Eski ortaklarına, gazetecilere, akademisyenlere, tiyatro sanatçılarına, dış basındaki gazetecilere dek tehdit etmedikleri, parmak sallamadıkları hiç kimse kalmadı. Gece gündüz “terörist” sayıklıyor. Çünkü korkuyorlar. Türkiye’nin çok sesli bir topluma dönüşmesinden korkuyorlar. Düşünceden korkuyorlar. Yazıdan, çiziden, sanattan korkuyorlar. Biliyorlar ki özgür, aydınlık bir toplum onların sonunu getirir. Halka, adil bir yargıya hesap verme zorunluluğundan korkuyorlar.
Bilgisayarın başına oturduğumda iyi şeylerden söz edeyim, yaşananlara inat, sevgiden, umuttan, paylaşmaktan söz edeyim diye düşünüyordum, Sanattan, kitaplardan hayata renk katan küçük sevinçlerden ve insani duygulardan, sevmekten, aşktan söz edeyim istiyordum. Oysa bazen bir telefon sizin hayallerinizi bir anda alıp götürüverir. Yakın bir arkadaşınızın sabah aniden öldüğünü öğreniverirsiniz eşinden. Bu 10 gün içinde kaçıncı dost ölümüdür. Üstelik tümü alanlarında başarılı, toplumun ufkunu açan, eserlere imza atmış insanlar, sevilen, saygı gören bireyler. Sonra güneydoğudaki çatışma ortamında ölüme sürülüveren askerlerin dramını yaşarsınız. Ölümle özdeşleştirilen gençler takılır kafanıza. Savaşı, barışa tercih eden politikacılar da tabii. Ne dersiniz? Gezegenimiz giderek kötülere mi kalıyor…
Yazıyı bu kez de Gülten Akın’dan bir şiirle sonlayalım, Sabır İçin İlahi;
“Çağrılı geldim, uzunca eğlendim
Sonsuz durakmış gibi güldükçe insanlar
Gidecekmiş gibi gülümsüyorum
Yüreğimde kıldan testere
Bir yanar taşı yürüyorum döne döne
Hayatın dilvermez karıncasıyım
Günle yarışan bedenime dokunsam
Acıyor mu vurdukları yer eskisi kadar
Belki ben alıştım
Ses vermiyor özlediğim, susturmuşlar
Yok, sevgiden yandım
Savatlı gümüşüm, eskimezim
Sabrı deniyorum”
Evrensel'i Takip Et