11 Eylül 2015

HDP'yi 'meşruiyet' dışına sürme girişimleri

Cizre’de sokağa çıkma yasağı elektrik, su, ekmek yokluğu bir haftayı doldurur, cenazeler bile kaldırılmaz hale gelir, HDP’li vekillerin ilçeye girmesi bile yasaklanırken, ülkenin pek çok kentinde HDP binaları, Kürtlere ait işyerleri, evler yakılıp yıkılır, batı illerinde çalışan Kürt işçiler saldırıya uğrar, şehirlerarası yolcu otobüsleri bile saldırılardan nasibini alırken,... “seçim”den söz etmek absürt gibi gelse de 1 Kasım’da yapılacak seçimi ketenpereye getirmek için önemli oyunların sahnelendiğini de gözden ırak tutamayız . Kaldı ki, 1 Kasım seçimi, artık 7 Haziran’ı da aşan bir öneme sahip olmuştur.

1 KASIM SEÇİMİ AKP İÇİN HAYATİ!

Dahası artık biliyoruz ki, “çözüm süreci”nin şemsiyesi altında üç yıl süren “çatışmasızlık”tan bugünlere de 1 Kasım’ın  AKP’nin bir “seçim zaferi günü” olması için sürüklendik.
7 Haziran seçiminin sonuçlarını kabul etmeyen Erdoğan-Davutoğlu ekibinin, 1 Kasım’da erken seçim dayatmasında amaçlarının, en azından “AKP’nin tek başına iktidar olması” olduğu artık herkes için tartışılmaz bir gerçektir.
Bunu başarabilmelerinin tek gerçekçi imkanı da “HDP’nin barajın altında bırakılması”dır.
HDP’nin barajın altında bırakılabilmesi için de;
1) HDP’nin seçime sokulmaması,
2) HDP’nin seçim faaliyeti yapamaz hale getirilmesi için binalarının yakılıp yıkılması; seçim faaliyetlerinin güvenlik güçleri ve yerel faşizan odakların saldırılarıyla engellenmesi,
3) Halkı güvenlik güçlerinin baskısı altına alarak, HDP’ye oy vermeyi güçleştirecek, hatta imkansız hale getirecek bir ortamda seçim yapılması,
4) HDP’nin meşruiyetinin tartışılır hale getirilerek; halk indinde itibarsızlaştırılması; HDP’ye, onu AKP’ye karşı bir seçenek olarak görerek oy veren kesimlerin caydırılması gerekir.

HDP’NİN HALK İNDİNDE İTİBARSIZLAŞTIRILMASI ESAS!

HDP’nin 1 Kasım’da yapılacak seçime (eğer yapılabilirse) sokulmaması, yasal önlemler almak için vakit olmadığı için “HDP’nin seçime sokulmaması” seçeneğini şimdilik bir yana bırakabiliriz. Ama şu açık ki Erdoğan-Davutoğlu ekibi ve AKP propagandası, diğer üç maddede sözü edilen HDP’nin barajın altında bırakılması için ise elindeki tüm imkanları kullanıyor. Ancak AKP’nin önde gelenleri ve Erdoğan, HDP’nin faaliyetlerini, 7 Haziran’dan önce de mitinglerine bombalı saldırı düzenlemeye varan yöntemlerle engellemeye çalışmış, ama bunların boşa çıktığını görmüştü. Dahası bu yolları kullandığında HDP’yi meşru ve mağdur bir parti olarak gören halkın, aydınların önemli kesiminin HDP’ye sahip çıktığını, AKP’ye ise tepki gösterdiğini görmüştü.
Bu yüzden de şimdi AKP propagandası, HDP’nin faaliyetlerini önleme ve halkın desteğini kesme yöntemlerini, HDP’yi meşruiyet sınırlarının dışına itme girişimleriyle birleştirerek yürütmeye yönelmiştir. Burada sarıldığı şey de “terörizme karşı mücadele” ve “HDP’nin terörün uzantısı olduğu” propagandasıdır. Eğer Erdoğan-Davutoğlu ekibi, toplumu “teröre karşı birlik” adı altında HDP’ye karşı birleştirebilirse; onu toplumun gözünde meşruiyet sınırlarının dışına iteceği, böylece HDP oylarını “geleneksel” oy oranı olan yüzde 6-7’lere çekerek barajın altında bırakacağı hesabını yapmaktadır.

DEMİRTAŞ, HEDEFE KONUYOR

Bu stratejide de 7 Haziran öncesinden başlayarak, vuruş noktasını, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş üstünden yapmaya karar vermişlerdir. Çünkü 7 Haziran seçiminde HDP’nin en popüler sözcüsü Demirtaş’tı ve HDP’ye oy vermeyen kesimler üstünde de söyledikleriyle, jestleriyle önemli bir etki yaratmıştı.
Önceki gün Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Diyarbakır Savcılığı adeta ağız birliği etmişçesine Demirtaş’ı hedefe koydular. Cumhurbaşkanı AB temsilcisi önünde Demirtaş’ı ağır biçimde “Terör örgütünün sözcüsü”, “Terörü teşvik eden kişi” olarak suçlarken, Diyarbakır Başsavcılığı da adliye tarihinde pek görülmemiş bir hızla, daha Demirtaş’ın sözleri basında bile konuşulmaya başlanmadan hakkında soruşturma açtı. ‘Devletin kurum ve organlarını alenen aşağılamak’, ‘Suç işlemeye alenen tahrik etmek’, ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ ve ‘Terör örgütü propagandası yapmak’ gerekçeleriyle soruşturma başlatan Diyarbakır Başsavcılığı, Demirtaş’ın dokunulmazlığının kaldırılması için de Adalet Bakanlığına fezleke gönderdi.
Oysa bu savcılar, AKP Milletvekili Abdurrahim Boynukalın’ın Hürriyet’i basması ve orada “1 Kasım seçiminden hangi sonuç çıkarsa çıksın seni başkan yapacağız” diyerek Anayasa ve yasaları, seçim sonuçlarını tanımadığını ilan eden tutumuna karşı hiçbir girişimde bulunmadılar. Ve Cumhurbaşkanı, Demirtaş‘tan HDP‘li belediyelere, muhalefet partilerinden basına herkesi, aklına gelen her konuda eleştirirken, HDP binalarını yakanları ağız ucuyla eleştirdi. Kürtlere ait evleri, işyerlerini yakıp yıkanlara, otobüsleri taşlayanlara, batıda çalışan Kürt işçilere saldıran ülkücü, Osmanlıcı, Nizamı Alemci saldırganlara laf olsun diye bile “durun” demedi.

ORTAK HAREKET EDİYORLAR

HDP’yi meşruiyet sınırlarının dışına itme çabaları, sadece Demirtaş hakkında soruşturma açtırmakla sınırlı değil. Tersine AKP ve Cumhurbaşkanı, haftalardan beri HDP’yi “terör örgütünün uzantısı” olarak göstermeye gayret ederek, özellikle batıda HDP’ye yönelen Türk kökenli çevrelerden, demokratlardan ve aydın çevrelerden gelen yönelişin önünü kesmeyi amaçlayan bir propaganda sürdürüyordu. Demirtaş’a açılan soruşturma, HDP’yi meşruiyet sınırları dışına itme stratejisinde bir “aşama”dır, ama son aşama da değildir. Bundan sonra bir yandan AKP propagandası ve Cumhurbaşkanı ile onlara paralel hareket eden ırkçı şoven grupların Vandalizmi, öte yandan savcılıklar, yerel yöneticiler güvenlik güçlerinin yasa, hak-hukuk tanımayan baskıları ile HDP’yi halk indinde itibarsızlaştırmak, meşruiyet çizgisi dışına itmek için her yalana, her çarpıtmaya, her provokasyona, her silaha başvuracağını söylemek hiç de abartı olmayacaktır.

BU OYUNU BOZMA GÖREVİ

Elbette demokrasi güçlerine düşen de bu oyunu bozmak, halk yığınları gözünde meşruiyet çizgisini terk etmemeye özen göstermek, saldırılara karşı dayanışma içinde olmak, kara propagandayı defedecek biçimde gerçekleri açıklamakta ısrar etmektir. Özellikle de seçim öncesinde bu mücadeleyi başarmak son derece önemli olacaktır.   
Burada en önemli dayanak ise; HDP’yi meşruiyet sınırları dışına itmek için yalan propaganda yürütenlerin halk indinde çoktan beri inandırıcılıklarını yitirmiş olmasıdır. Onun içindir ki Cumhurbaşkanı, olup bitenden sorumlu olduğunu reddetmek için AB Konseyi Başkanı Donald Tusk’un önünde savunmasını; “Hendekleri ben mi kazdırdım?”a kadar geri çekmiştir.

Evrensel'i Takip Et