‘Leyla kimdir, Leyla nedir, Leyla benim’

İç
“Ringo’yla ben o yaz, tütsü kulübesinin arkasında yere, savaşın yaşayan bir haritasını çizdik.” Faulkner’ın Yenilmeyenler romanının ilk cümlesi. Adına Türkiye denen bu ülkede savaşın yaşayan bir haritasını çizmeye kalksam kimi çağırırım diye düşünüyorum. Aklıma o geliyor. Leyla Zana.

Kök
Adı, “gece”den geliyor. Çok etkileyici o terkip leyle-i hâmûşta da adı geçiyor. Suskun gece. Sessiz ve suskun gece. Ben ilk sessiz bir geceden hemen önce gördüm onu. Televizyonda.
O geceye dair fotoğraf var. Zihnim iki fotoğrafı üst üste bindiriyor, muhtemelen ikisinde de kürsü olduğu ve çok etkilendiğime ikna olduğum için. İlki Özal’ın vurulma gecesi. İkincisi yemin gecesi.
6 Kasım 1991. 30 yaşında gencecik bir kadın. Silvan birkaç haneli Bahçe köyünde doğmuş. Yıllarca “Mehdi Zana’nın eşi” olarak anılmış; eşi cezaevine girdikten sonra okuma yazma öğrenmiş, okul kapısından içeri adım atmadan ilkokul, ortaokul ve liseyi bitirmiş, Yeni Ülke’de gazetecilik yapmış bir kadın. 6 Kasım 1991, bu tarihi tekrar ederek: “Bu yemini Türk ve Kürt halklarının kardeşliği adına ediyorum.” 
Yeminine bağlı kalmadığını kim iddia edebilir? Başında üç renkli bir saç ipi. Meclis damı altında konuşulan bir yok dil. Kürtçe mi, o da neymiş? Bir dilde emeği var. Bir halkın o dile sahip çıkmasının gönderine çekilmiş bayrağı. O günü yaşamış kim unutabilir bunu?
O günden kalan sahih duygum, korku. O yaştaki aklımla bile korku. Şimdi saçında o üç renkle çıktı ve Kürtçe konuştu ve hah işte sesler yükseliyor. Allah’ım başına neler gelecek kim bilir. Kim bilir neler yapacaklar ona. Herkesin, hepimizin korkusu. Neler mi yaptılar? On yılını çaldılar.
Cezaevinden çıktığında 43 yaşındaydı.

Alt
2000 yılının Mart ayında kamuoyu baskısı –daha çok Avrupa baskısı ile– sağlık nedenleriyle cezaevinden çıkması gündeme geldi. 6 yıldır mahpustu. Öcalan’ın tutuklanmasının ardından gidilen seçimlerle şekillenen 57. hükümetin başında Ecevit vardı. Zana da, başbakana yazdığı mektupta şunları diyecekti: “İnsancıl nedenlerden kaynaklandığını umduğum teklif ya da önerinize teşekkür ediyor ve bunu gündeminizden çıkarmanızı diliyorum. Ağır hasta olmalarına rağmen tedavileri dahi yapılamayan onlarca, yüzlerce insan var.” 
Cezaevinden çıktıktan sonra bir süre sessiz kaldı. Değil ki susacaktı. Leyle-i hâmûşun bu sadık talebesinin itikadını anlamanın binlerce yolu var. Biri de Goethe: “Dağlar dilsiz ustalardır ve suskun öğrenciler yetiştirirler.” 

Alt üst
Ciwan Haco’nun 1985 tarihli albümünün adı Leyla. İki müthiş albümün arasında, şiir gibi bir albüm. Gula Sor’dan sonra, Girtiyên Azadiyê’den önce. O albümde, şarkının adı “Leyla”. Yani “Leyla kî ye, Leyla çî ye, Leyla min e” dediği o şarkı. Yani, “Leyla kimdir, Leyla nedir, Leyla benim” dediği o şarkı.
Leyla Zana, Cizre’deki abluka için toplanan HDP’li vekillerden biriydi. 2015 yılının Eylül ayında, İdil’de bir konuşma yaptı. Yutkundu, gözleri doldu, sesini kimileyin yükseltti, kimileyin alçalttı. Mikrofon bile manasızdı aslında. O, konuşacaktı. Konuştu. Kimseye, dedi, belki gücüm yetmez ama; nefsime, dedi, gücüm yeter.
Ölümler bitmezse, ben de ölüm orucuna yatacağım, dedi.
Ben o konuşmayı dinlediğimden beridir, sesini aklımdan çıkaramıyorum Leyla Zana’nın. Savaşın yaşayan haritasını beraber çıkarmak istemiyorum asla, onunla. Bir gün ona, onun için ne kadar çok kaygılandığımı, korktuğumu, üzüldüğümü anlatmak istiyorum. Ama hemen akabinde, onunla ne denli gururlandığımı da.
Adı Leyla. Saçında üç renk var. Epey bir zamandır öldürülüyoruz. Ben bu yazıyı doğum günümde yazıyorum, gününe söylenerek.
Artık yeter.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
İSİG Meclisi: 2024'te 71 çocuk çalışma koşullarının kurbanı oldu.

Evrensel'i Takip Et