14 Eylül 2015

Kültürümüz-Kimliğimiz -7

Koruma olgusu, yazdım ya daha önce, ancak tanımanın, sevmenin, benimsemenin ardından gelir. Büyük annenizin ya da dedenizin resmini saklamanız, korumanız gibi...

Koruma ancak bütünün içinde doğru yere oturur.

Yerinde, çağının koşulları bilinerek, başarılı olabilir.

Korunacak şey, yerinden sökülüp bir başka coğrafyaya götürüldüğünde, orada nasıl korunursa korunsun buna koruma denemez. Dense dense, önce hırsızlık, sonra “depolama” denir. Saklandığı yere de kırk haramiler deposu denilebilir. Londra’daki British Museum ( İngiliz Müzesi), Paris’teki Louvre Müzesi, Viyana’daki, Amerika’daki başka müzeler ancak böyle adlandırılabilir.

Halikarnas Balıkçısı’nın öyküsünü bilirsiniz.

Balıkçı, bir gün oturup British Museum’un yetkililerine mektup yazmış. Anlamca şöyle bir şeyler:

“Mozoleum (Bodrum’daki anıt gömüt) Batı Anadolu’nun iklimi, buranın mavi göğü altında, ona uyumlu yaratılmıştır.
Onu geri getirin!”

British Museum’ un pişkin yöneticileri yanıt vermişler:

“Verdiğiniz yorum için teşekkür ederiz. Söz konusu yapıtların bulundukları oylumu maviye boyatıyoruz.”

Şuna bakın, tam bir İngiliz yanıtı değil mi?

Ancak Batılıların bu davranışları bize de yararlı oldu. 19. yüzyılda Osman Hamdi Bey, Osmanlı büyüklerine, yurdumuzdaki tarihsel yapıtları, yontuları, yapıları korumamız gerektiğini, Batılıları örnek göstererek, anlatabildi. İlk müzeyi kurdu. Gerçekleştirilen ilk kazılardan elde edilen buluntular orada sergilendi. Hemen yanı başında da bugün Mimar Sinan Üniversitesi adını taşıyan okul açıldı. Böylece vatanımızdaki kimi yapıtları koruma altına alabildik. Ayrıca koruyacak olanları da yetiştirir olduk…

Ancak biz de Suriye’den şuradan buradan kazıp çıkardıklarımızı, Batılılardan gördüğümüz gibi, İstanbul’a taşıdık. Onları yerinde koruyamadık…

Daha sonraları bilim evreni tartışmaya başladı. Her şeyin kendi ortamında, birlikte var oldukları yapıtların arasındaki yerinde korunması gerektiği, bilim etiği iyesi uzmanlarca onaylanmağa başladı. Gün günden gelişti “koruma bilinci”miz. Arada doğal olarak, Batılıların da, bizim de, doğruyu öğreninceye dek kimi yanlışlarımız oldu. Olsun… Eğitimimiz, öğrendiklerimiz ilerledikçe düzeltiriz yanlışlarımızı.

Eskil (antik) çağda, yeryüzünde, yoktan var edilen ilk kent Priene’den sonra Cumhuriyet dönemimizde Ankara hemen hemen yoktan var edildi.
Ankara’nın kent tasarımı işi Alman uzman Jansen’e verildi. Tasarımda, Ankara Kalesi çevresindeki bir bölüm “protokol bölgesi” olarak çizgi içine alınıp belirtildi. Bu davranış bize daha sonra çoğu kentimizde “koruma imar planı” yapma yolunu açtı. Kimilerimiz böyle,  kent bütününün imar planının parçalara ayrılmamasına, her şeyin kent bütünü içinde değerlendirilmesine inanıyoruz.

Bugün de, Batılıların da, bizim kimi vatandaşlarımızın da hırsızlıkları sürüyor. Yerinden koparılıp, parçalara ayrılıp çalınan, Batı müzelerine satılan yapıtlar, durumları kanıtlanıp hukuk yoluyla geri döndürüldüler. (Bu konuda örneğin syn Özgen Acar’ ın çabaları unutulamaz.)

(Ülkemizden kaçırılan yapıtların, nasıl kaçırıldıklarını, şimdi nerelerde bulunduklarını, Yapı Endüstri Merkezi yayınları arasında çıkan, “Anadolu’nun Gözyaşları” adındaki yapıttan öğrenebilirsiniz.)
Kuşkusuz Batı’da da bu konularda doğru düşünen insanlar var. Onlar da çocuklarının bunları yerlerinde görmelerinin daha doğru olduğuna inanıyorlar.

(Sürecek)

Evrensel'i Takip Et