‘Sivil devletçiler’in kardeşliği ne kadar olur?
Fotoğraf: Envato
TOBB’nin önderliğinde içlerinde Memur-Sen, Türk-İş, Hak-İş, gibi konfederasyonların ve Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonları (TİSK) gibi örgütlerin bulunduğu 13 “sivil toplum örgütü” yarın “Teröre hayır kardeşliğe evet” sloganıyla herkesi Sıhhiye’de yapacakları eyleme çağırdı. Dün de Diyarbakır’da 21 ilden 500 dolayında “sivil toplum örgütü”, yine TOBB’nin girişimiyle bağlantılı olduğu anlaşılan “PKK’yi silah bırakmaya” Hükümeti de “Çözüm sürecine dönmeye” çağırdıkları bir yürüyüş düzenledi.
Doğrusu ilk bakışta; memleketin hızla bir iç savaşa sürüklendiği koşullarda tüm “sivil” güçlerin harekete geçmesi, “Teröre hayır kardeşliğe evet” diyerek sahneye çıkmaları çok önemli görünüyor.
Ancak, bu girişime daha yakından bakıldığında; Ankara’da 13 büyük “sivil toplum kuruluşu”nun, Diyarbakır’da 21 bölge “sivil toplum örgütü”nün yaptığı çağrının önemli olmaktan çok sorunlu olduğu görülüyor.
Çünkü bu örgütler; “Teröre hayır” derken sadece PKK’nin eylemlerine karşı çıkıyor ama devletin bölge illerinde sürdürdüğü sıkıyönetim uygulamaları ve bu uygulamaların kullandığı şiddete (teröre), yakıp yıkmalara, sivil can kayıplarına varan uygulamaları görmezden gelerek, aslında bu uygulamaların arkasında yer alarak çağrılarını yapıyorlar.
Diyarbakır’da yapılan çağrıda bile öne çıkarılan “Önce PKK’nin (ateşkesmesi değil) silah bırakması” ve buna karşılık olarak da devletin “Çözüm sürecine bağlı girişimlere dönmesi”dir. Yani bu örgütlerin devletin bugün yürüttüğü, “Sorunu askeri yöntemlerle çözme” girişimlerine karşı bir itirazları yoktur ve PKK silah bıraktıktan sonra Erdoğan ve Hükümetin buzdolabına koyduğu çözüm sürecinin buzdolabından çıkarılmasıdır! Tıpkı Erdoğan, Davutoğlu ve AKP sözcülerinin, “Son terörist silahını bırakıp teslim oluncaya kadar mücadele sürecek!” formülasyonunun bir tekrarından ibarettir!
Ve dahası bu çağrıyı yapan adı büyük “sivil toplum kurumları”, bugüne kadar kendi üyelerinin çıkarını korumayı bile devletle, hükümetlerle ilişkilerinin malzemesi yapmış bu örgütler, “devlet fideliğinde” yetişmiş, “sivil devletçi” örgütlerdir. Bu yüzden de “sivil toplum” kavramının tam karşıtı olarak devlete, devletin politikalarına hizmeti her şeyin üstünde görmeyi bir “kültür” haline getirmişlerdir.
Bugün yaptıkları da budur. Oysa gerçek “sivil toplum örgütleri”, devletin politikalarını eleştirerek, halkın özgürlük alanının genişletilmesini, devletin etki alanının daraltılması için talepleri öne çıkaran örgütlerdir. Bu yüzden de bugün bu örgütlerden beklenen “barış talebi”ni, “halkların eşitliği ve kardeşliği”ni öne çıkarmaları, “terörün”, “silahın” siyaseti belirlediği ortamdan hızla kurtulunması için girişimler yapmalarıdır. Dolayısıyla bu örgütler, şiddete son vermeyi öncelikle devletten, hükümetlerden talep etmeli ve bugün ülkeyi iç savaşa sürükleyen çatışmaların altındaki sorun olan “Kürt sorununun çözümü”nde barışçıl yöntemlerle (Kürt siyasi güçleriyle müzakereyle) sürdürülmesi talebini öne çıkarmaları gerekirdi. Ancak söz konusu örgütler bugüne kadar tam tersine sorunun askeri yöntemlerle çözümü de dahil devletin, hükümetlerin tüm çözümsüzlük girişimlerinin de arkasında olmuşlardır. Yani bu büyük “sivil toplum kuruluşları” Kürt sorunu karşısında olup bitenden sorumluluğu olmayan masum örgütler değildir. Tersine bu örgütler her dönem devletin Kürtlerin talepleri karşısındaki asker ve polis gücüne dayanarak sorunu çözme politikalarının destekleyicisi olarak önemli sorumluluğa da sahiptirler.
Bütün bunların ötesinde, bugün Türkiye’nin sendikaları, emek ve meslek örgütleri, aydınlar, akademisyenler, çeşitli türden kitle örgütleri ve siyasi parti ve çevrelerinin oluşturduğu Barış Blokunun “Ellerin tetikten çekilmesi”, “Acilen ateşkes yapılmasını”, “Çözüm sürecinin girişimlerine dönülmesini” talep eden bir mücadeleyi de sürdürmektedirler. Ve bu 13 örgütün, elbette gelip Barış Blokuna girmeleri gerekmiyor ama bütün bu çabalar yokmuş gibi davranarak, “Teröre hayır, kardeşliğe evet” gibi masum görünümlü bir sloganla hükümetin politikalarının arkasında yer almaları, alkışlanacak, hatta masum görülecek bir sivil girişim olarak görülemez.
Bu örgütler gerçekten kardeşlikten yanaysa öncelikle devlete, hükümete “derhal ateşkes” çağrısı yapmak durumundadır. Bunu yapamadan bir “teröre hayır”dan “kardeşlik”ten yana olmaktan söz etmek sadece gerçeklerin üstünü örtmek, ülkeyi iç savaşa doğru sürükleyen güçlerin arkasında yer almak olur.
Ne yazık ki gerçek böyledir!
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00