17 Eylül 2015 01:00

Karanlığın çakal seslileri

Karanlığın çakal seslileri

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Sömürünün en ince, en sinsi, en riyakar yöntemler eşliğinde ve en gelişmiş biçimiyle, baskının en barbar yöntemlerle sürdürüldüğü zamanlardayız. Bu sistemde, kendileri için mücadele etmeyi göze almayanlara/ alamayanlara herhanği hak ya da özgürlük yok. Basitçe ifade edilmiştir: “Hak verilmez, alınır!“ İsteyen, almasını bilmelidir. Riskleri, bedelleri vardır; ödenmelidir.  Kürtler eşit-demokratik hak talebindeler. Yüz yılı aşkındır ulusal zorbalık ve tahakküm altındalar. Onurlu yaşamak isteyen herkesin hakkıdır, isyan eder! Binlerce, on binlerce toprağa düşmeyi göze alarak, milyonlarla direnerek, yoksun tutuldukları ulusal-siyasal özgürlüklerini almaya çalışıyorlar. Karşılarında zorba bir diktatörlük; başında ülke tarihinin en gaddar, en hilekar, en saldırgan bir yönetici kast duruyor! Ülke, zümre hakimiyeti altında yağmacıların işgalinde! Tekelci burjuva hakimiyetinin ekonomide ve siyasette getirdiği “yenilik“tir!  
On binlerin, yüz binlerin yaşadığı kent ve kasabalar askeri ve polisiye abluka altında. İşçi, kent emekçisi, genç, kadın, Kürt, Alevi, velhasıl baskı altında tutulup hakları yok sayılanlar sessiz yığınlara dönüştürülüp teslim alınmak isteniyor. Kürdü öldüren, Türkü ve diğerlerini erken ölüme mahkum ediyor. Cenazeler ülkenin dört bir yanına yolcu; ağıtlar Türkçe, Kürtçe, Zazaca, Arapça!  Öldürme emri çıkaran “adam!“, daha fazla öldürüm için sabırsızlanıp “Hayde bre yiğitler!“ naralarıyla cülüs peşindekileri ve cümle asalak istismarcıyı tiranlığının devamı için sokak saldırılarına teşvik ediyor. “Ya dört yüz milletvekili ya da ölüm!“ söylemi seçim sloganına dönüştü. Saldırıların durmasını isteyenler; “ ateşkes“ten söz edip Kürt sorununun barışçıl yöntemlerle çözümünü isteyenler Saray erkanınca “hain!“ ilan ediliyor. Savaş sanayii baronları Türk ve Kürt birbirini boğazlasın istiyorlar. Hakimiyet zenginliği; zenginlik hakimiyeti büyütüyor. Yönetici kast kıyı, arazi, arsa yağmasını sürdürüyor. Kara ve deniz filolorına yeni gemi ve tırlar ekleniyor, halkın sırtından, halk soyularak ve savaş rantıyla. İşsizlik ve yoksulluk bir yanda; onların gemileri, fabrikaları, bankaları, şirketleri diğer yanda; uçurum derinleşiyor!
Ve en fazla ölümler çoğalıyor. Ölümler çoğaldıkça teslimiyet büyümüyor; direniş güçleniyor ve yayılıyor. Direniş(ler)i düşürmek ve azaltmak için bebek, çoçuk, kadın, yaşlı farkı gözetilmeksizin devletin silahlı güçleri ve ırkçılık sancağının  taşıyıcıları  daha çok, daha fazla ve daha güçlü saldırı planları yapıyor ve uygulamaya koyuyorlar. Ve çocuklar ve yaşlılar, kadınlar ve gençler ölüyor, birbiri ardına; birbirleriyle beraber! En fazla acı verenleriyle çocuk ölümleri oluyor; üç-beş yaşındakilerin, 35 günlük olanların, daha fazla ya da daha düşük yaştakilerin ölü bedenlerinin resimleri olay yeri tutanaklarına ve haber bültenlerine düşüyor.
Özel kuvvetler, jandarma birlikleri, polis timleri ve  “Tayyiban milisleri”  “Tekbir Allah!” nidalarıyla bomba atar, roket, savaş uçağı eşliğinde saldırıyorlar. Ölüler çoğalıyor; en yaşlıları 74, en “gençleri” otuz beş günlük!
Çocuk, 10 yaşındadır, Cizre’de; cansız bedeniyle anasının koynundadır. Yüzbinlik kentin on günlük kuşatmasının çoçuk “kurban”larından biri; adı Cemile, 13 yaşında! Evinin eşiğinde vuruldu. Kuşatmacılar ölüsünün gömülmesini engellediler, cesedi buzlukta saklandı, kokmasın-çürümesin diye. Annası çığlık çığlığa, “Nerdesiniz Ey İnsanlar?”!
Çocuk, çocuk değil bebek! Otuz beş günlük Muhammed Tahir Yaramış. Doğmadan öldürülenler sayılmaz ise eğer, kıyılan en küçük Kürdistanlıydı! Hastalandı, hastaneye kaldırılmasını engellediler; öldü, gömemediler; kuşatmadaydılar, buz dolabına koyup ağıt yaktılar. Ve bu ülkenin başbakan koltuğundaki ‘vezir-i azam’, diktatörün silahlı birliklerinin cinayetlerine kaside yazarcasına; bebekleri, çocukları, eşleri, ana ve babaları öldürülen Kürt kadınlarının “Kürtçe ağıt yakmaları”nı, bahşedilmiş bir hakmış gibi gösterip alaysılamaktan geri durmadı. “Bakın-dedi- serbestçe Kürtçe ağıt yakabiliyorlar!” İnsan olan için vay ki ne vay! 70 yaşındaki Mehmet Erdoğan fırından ekmek alacaktı; yaşlıyım beni vurmazlar dedi, vuruldu. Cesedi 3 gün sokakta kaldı. Ekmek torbası yanıbaşındaydı, içi ekmek dolu ve kurumuştu!
“Son terörist kalmayana kadar sürecek” diyor Saray’da oturan. “Başlarını ezeceğiz!”diye bağırıyor, kele avcılığına yeni soyunan. Madalyalı genaraller ile Tayyip milisi Osmanlı cengâverleri aynı cephede. Kontrgerilla çeteleriyle ittifak yenilendi. Cizre, şimdi yıkılmış kenttir. Dirençle ayakta duran kenttir Cizre, aynı zamanda. Geleceklerini kendi elleriyle kurmak isteyenlerin geçtiği yollardan geçen asi ve onurlu bir Kent!
Sur, Diyarbakır, Dersim, Varto, Yüksekova, Silvan, Lice, sayı artabilir, kentler kuşatmada, kürtler ablukada. Ulusal hak eşitliği talebinden vazgeçsinler isteniyor. Kabul eden yok, altı milyon dikildi karşılarına, korktular, sindirmek, güçten düşürmek istiyorlar, zorbalıkla, silahlı güçlerini, polis ve ordu birliklerini seferber ederek. Bombalayarak, yağmalayarak!
Öldürdükleri Kürt çocuklarının mezarlıklarını yıkma talimatı verdi yeni bir bakan. Mezarlık saksağanları var, mezar soyguncuları arasıra duyulur. Bunlar, kim ki soygun ve talan düzenine başkaldırmış; kim ki dayatmalarını ret ile direniş yolunu seçmiş onun ölüsünden dahi korkar durumdalar. “Detaylı operasyon yapın, örgüt mezarlıklarını ve müştemilatlarını yıkın ve Jandarma Genel Komutanlığı’na bilgi verin” diyor, yaşlı “Alperen!“ “Ayrılmak istemiyoruz, eşit haklara sahip olarak birlikte yaşamak istiyoruz!” diye haykıran Kürtler ayrılmaya zorlanıyor.
Ve en üstten kışkırtmayla harekete geçti linçci grühlar; “Ocak”çı devşirme, Saray’a bağlı milis birlikleri en önde; parti büroları, binalar, işyerleri ateşe verildi. Kelle avcısı ırkçılar, Kürt işçi avına çıktılar. Bolu-Mudurnu’da linçten zor kurtuldu Kürt işçiler. Çalıştıkları inşaat ateşe verildi. Polis ve asker oradaydı! Din, mezhep ve ’millet‘ farklılıklarını yurttaşları birbirine kırdırmak için provokasyon ve istismar malzemesi yapan “yeni Osmanlı“ mutlu olmalı! Hükümet sendikaları ve adı sivil toplum örgütüne çıkarılmış patron örgütleri, Kürt direnişine karşı “Bayrak eylemi“nde! Kürt kentleri, Moğol barbarlığını aratmayacak şekilde yıkıntıya çevrilirken, “gıkı çıkmadı“ hiçbirinin. İşçilerin yüzde on biri(resmi olarak üç, gerçekte altı milyon) işsiz ve beş milyondan fazlası asgari ücretin altında çalıştırılır; ve yılda 1300 civarında iş cinayetlerine kurban giderken, yerlerde sürünenler şimdi Tiranlık önünde manga nöbetindeler!
Gece karanlığı dönümlüdür, geçer; özdeyiştir: her gecenin gündüzü, her akşamın sabahı var! İnsanın iki sabahı var; biri doğal döngüyle bağlı; öteki toplumsal yaşamın yasalarıyla! İkincisi, insan türünün, yaşamını üretirken girdiği ilişkilerin seyriyle bağlı değişir. Onu, kimse diğer(ler)ine avuç içinde vermez. Uğruna çaba gerekir; zorunlu olduğunda dövüşmek de!
Tanık olduğumuz zıtların mücadele gerçekliğidir. Egemen ve ezilenin, sömüren ve sömürülenin; baskı uygulayanla baskı altında tutulanın karşıtlığıdır. Zalime baş kaldırmak kitlesel olduğunda başarı kazanır, hep öyle olmuştur. Yasa hükmünde tarihin gerçekliğidir. Kitleselliği darbeleyen tutumlardan kaçınmak halk diye, ezilenler; işçi ve  emekçiler diye bir derdi olan herkesin sorumluluğudur. Kürt halkı ateşkes istiyor, Tayyip yönetimi savaş! Saldırganı durdurmak için daha çok birliğe, güçlenmeye ihtiyaç var, öyle yapmalıyız. Çakal sesliler ancak böyle durdurulabilir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa