17 Eylül 2015

'Yürüyüş'ler ve politika

TOBB’nin, TÜSİAD’ın, MÜSİAD’ın başını çektiği ve Memur-Sen, Türk-İş, Hak-İş gibi Hükümete yakın konfederasyonların içinde olduğu 13 örgütün düzenlediği yürüyüş bugün Ankara’da yapılıyor.
Yapılan açıklamalara bakıldığında; önceki gün Diyarbakır’da Memur-Sen’i öne çıkararak yapılan, küçük bir topluluğun esnaf ziyareti ve karanfil dağıtımına indirgenen basın açıklamasıyla bitirilmek zorunda kalınan eylemiyle başlayan “teröre hayır” etkinlikleri adı altında düzenlenen Erdoğan-Davutoğlu’nun politikalarına ve amaçlarına destek veren gösterilerin, pazar günü Yenikapı’da yapılacak bir mitingle tamamlanacağı anlaşılmaktadır. Nitekim, İstanbul’da Erdoğan ve Davutoğlu’nun da katılacağı bu mitingi “Sivil Toplum Platformu” adındaki “gizli ve derin AKP”nin düzenleyeceği ilan edilmiştir. Böylece bu tür mitinglerin aslında AKP ve Hükümetinden bağımsız olmadığı, tersine AKP’nin seçim kampanyasına bağlanan etkinlikler olduğu böylece daha iyi anlaşılmaktadır. Ve bu etkinliklerde “bayrağın” öne çıkarılarak bir kez daha bölücülük sembolü olarak kullanılacağı açıkça görülmektedir.
Elbette Türkiye’de yürüyüşler sadece “devletçi sivil örgütler” ya da “derin AKP”nin “sivilleri” tarafından düzenlenmiyor. Tersine son günlerde amacı belli, söyledikleri ile yaptıkları ayrı olmadığı gibi bir düzenleyicisi de olmayan bir “yürüyüş” de gündemin üst sırasında yer alıyor. Aylardır, hatta yıllardır, büyük kentlerin varoşlarındaki viranelerin içinde yaşamaya zorlanan, ucuzdan da ucuz iş gücü olarak kullanılmaktan, dilenciliğe zorlanmaktan, itilip kakılmaktan bıktıkları gibi Ege Denizi’nde de boğulmak istemeyen mülteciler, otogarlarda toplanarak, engellenince de otobanlara düşerek Avrupa’ya gitmek için yürüyorlar. Genç yaşlı, hasta sağlıklı, kadın erkek, binlerce insan giderek artan soğuğa, sağanak yağmura, polisin barikatlarına rağmen yürüyorlar.
Aslında Akdeniz ve Ege Denizi’ni dolduran mülteci cesetleri üstüne basarak geçen mülteci akını öncü bölükleri Atlas Okyanusu’na dayandı.
Batı emperyalizminin dünyaya hükmetme stratejisinin ürünü olan “mülteciler” şimdi büyük kitleler halinde Avrupa’nın kapılarına dayanarak AB için sıcak ve çözümlenmesi acil bir sorun haline de gelmiştir. Ama bırakalım yüzünü Avrupa’ya çevirmiş milyonlarca mülteciyi, AB ülkeleri 200 bin mülteciyi bile kabul etmemek için birbirinin boğazına sarılmaktadır.
Erdoğan-Davutoğlu ikilisi de Suriye ve Irak’taki çatışmaları kızıştırıp bölgedeki terörist İslamcı örgütlerle girdiği ilişkilerle kendi eserleri de olan “mülteci sorunu”nu Avrupa’ya aktararak kendi sorumluluklarının üstünü örtmeye çalışıyorlar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, dün bile yaptığı konuşmada, mülteci sorununun Esad rejiminin devrilmemesinden kaynaklandığını iddia ederek, duvara çarpan Suriye politikasında ısrar edeceklerini gösterirken, bir kez daha mültecilere Türkiye’nin sadece insani nedenlerle kucak açtığını söyledi.
Burada da bir soru ortaya çıkıyor:
“Peki, siz mültecileri bağrınıza bastınız da bu mülteciler neden hayatlarını tehlikeye atarak, Avrupa ülkelerinin sınırlarındaki onca rezilliği göze alarak Türkiye’yi terk etmek için kendilerini Ege’nin sularına ya da Macaristan’ın neofaşist hükümetinin dikenli tellerinin üstüne atıyorlar?”
Açık ki; Türkiye mülteci sorununu, gerçekte Suriye’de gerçekçi bir çözümle değil ama üstündeki ağırlığı Avrupa’ya aktararak hafifletmeye çalışıyor.
Ama bu yolun çıkmaz bir yol olduğu dört yıldan beri ortaya çıkmıştır.
Sermaye medyası ve hükümetler, sürekli bir “mülteci krizi”nden söz ediyorlar ve bu krizin de kendileriyle hiç ilgisi olmayan nedenlerden çıktığını propaganda ediyorlar.
Oysa ortada emperyalist politikalardan ve bölge gericiliklerinin çıkarlarını gerçekleştirme politikaları dışında bir “mülteci krizi” yoktur. Tersine mültecilerin ortaya çıkmasını kaçınılmaz kılan batı emperyalizminin (ve Rusya’nın) dünya hegemonyası politikalarıdır ve bu politikaları püskürtmeden, “mülteci sorunu”na nihai bir çözüm bulmak bir yana, bugünkü sayısı on milyonlarla ifade edilen mülteci akınını azaltmak bile olanaklı değildir.
Evet mültecilerin yaşamını kolaylaştırmak, onlarla dayanışma içinde olmak insanlık görevidir. Asıl olan ise mülteciliği ortaya çıkaran politikalara karşı mücadeledir; bundan önemlisi de herkesin kendi hükümetinin politikalarına karşı mücadele edebilmesidir. Yoksa Türkiyelilerin, Macaristan hükümetinin, Almanların, Fransız hükümetinin politikalarını eleştirmesi çok kolaydır!

Evrensel'i Takip Et