‘Tek parti tek lider’ zihniyetine karşı mücadele!
Fotoğraf: Envato
Önce Başbakan Davutoğlu, Cizre’de sokağa çıkma yasağı sırasında hayatını kaybeden 21 sivil olmasına ve bunların kimlikleri bilinmesine karşın, “Cizre’de sivil ölüm yoktur” dedi. Arkasından Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Teröristleri sivil vatandaş gibi gösterip cenaze töreni yaptılar” diye Cizrelileri suçladı. Önceki gün de Erdoğan bir adım daha attı; TRT ekranından bu sözlerinin arkasındaki “gerekçesini” ilan etti: “Vali ya da kaymakam sokağa çıkma yasağı ilan etmişse, sokağa çıkan teröristtir!”
Yani Cizre’de evinin önündeki sokağa adım attığı için keskin nişancıların hedefi olan çocuk, “Ben yaşlıyım bana ateş etmezler” diyerek ekmek almaya giden 74‘lük ihtiyar, işine giden sağlıkçı, sokağa çıkma yasağını ihlal ettikleri için “teröristtir”; dolayısıyla “katli vacip” olanların arasına girmişlerdir!
Cumhurbaşkanı bu sonuca varırken herhalde şöyle bir mantık yürütmektedir:
”Sokağa çıkma yasağı teröristlerle mücadele için ilan edilmiştir. Sokağa çıkanlar yasağı ihlal ederek bu mücadeleyi zaafa uğratmakta, teröristlerin amacına hizmet etmektedir. Öyleyse yasağa rağmen sokağa çıkanlar da teröristtir!”
Eğer bu akıl yürütme bir okul müsameresinde, Aristocu mantığın açmazını göstermek için yapılsaydı, alkışlarla karşılanırdı. Ama bu akıl yürütmeyi bir Cumhurbaşkanı, devletin güçlerinin uyguladığı şiddeti mazur göstermek ve halkı sindirme politikalarını meşru göstermek için yapıyorsa sorun “Aristocu mantık” eleştirisinden öteye geçerek zulmü, şiddeti, yönetim biçimi yapmış bir zihniyete karşı mücadele sorunu olarak biçimlenir.
Çünkü, yukarıda sözünü ettiğimiz zihniyet sadece Cumhurbaşkanında tezahür etmemekte; AKP’de, onun hükümetinde, yandaş medyada, hükümetin emrine girmiş savcı ve yargıçlarda, onların hazırladıkları iddianame ve kurulan “hükümler”de egemen zihniyet olarak somutlanmaktadır. Elbette bu zihniyet bugün “uçlar”da tezahür etmektedir ama bugüne has da değildir. Geçmişin cuntalarında, sıkıyönetim komutanlıklarında ve onların mahkemelerinde, DGM’lerde damıtılıp, özel yetkili mahkemelerinde geliştirilerek “mükemmelleştirilmiş” bugünün despotlarına, diktatörlük heveslilerine, faşist yönetim özlemcilerine devredilmiştir.
Onun için biz fanilerin “Bunda ne var dava açılacak; bu demokratik haktır” dediğimiz eleştiriler ya da talepler, o zihniyete sahip olanlara bölücülük, terörizm, teröre destek, devlet ve devlet büyüklerinin manevi şahsiyetlerini tahkir… gibi ağır suçlar olarak görünmektedir. Onun için Hürriyet’in bile arada bir gerçeğe yakın haber yapması “teröre destek”, “terörizme yardım” gibi görünmekte, yandaş basından savcılara, Cumhurbaşkanından AKP sözcülerine bu zihniyet sahipleri ayağa kalkmaktadır!
Bu zihniyet siyasette, ülkeyi 1960’larda MHP tarafından formüle edilen, “tek parti tek lider” yönetimine götürme olarak biçimlenmektedir. Ki, bu da sorunun bir mantık tartışmasını aşarak bir zihniyet mücadelesi olarak ilerletilmesini gerektirmektedir. Böyle olunca da, Cumhurbaşkanının mantığını eleştirmek, savcılardan suçlamaları için maddi kanıtlar göstermesini ya da kanıtlara göre adım atmasını beklemek, polisin kaba güç kullanımını AİHM ve Anayasa’ya dayanarak eleştirmek elbette önemli olmaya devam eder ama sorunun aşılmasının asıl yanını oluşturmaz. Burada asıl yanı oluşturan da her gerçek sorunda olduğu gibi bu zihniyete karşı çok yönlü (hayatın her alanında) verilecek mücadeledir.
Bu da bir yandan ekonomik ve siyasi gerçekleri teşhir etmeye devam ederken demokrasi ve özgürlükler mücadelesinin, barış mücadelesinin taleplerinin etrafında birleşen güçlerin genişletilmesi ve safların sıklaştırılması ve daha ileri mevzilere girmesiyle olabilecektir.
Şu açık ki, ülkeyi “tek lider tek parti” yönetimine götürmek isteyen güçlerin yenilgiye uğratılmasında 1 Kasım’da yapılacak seçime giden süreci iyi değerlendirmek çok önemlidir. Çünkü bu süreç içinde ülkeyi diktatörlüğe götürmek isteyen güçlerin amaçlarını teşhir etmek, onların niyetlerini halk yığınlarının görmesini, daha da önemlisi AKP etrafında birleşen güçlerin nasıl yenilgiye uğratılacağını görmelerini sağlamak daha kolay olacaktır.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00