23 Eylül 2015 00:50

Barış saati

Barış saati

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Zamanı nasıl ölçüyoruz? Geleceği planlamak için mi, ömrümüzü azaltmak yolunda mı? Yarın sabah “Bir bayram daha geçti” diyeceğiz belki de; kim bilir!

İnsan soyu önce havaya, suya ve toprağa düştüğünü fark etti cemrenin, şimdi sokağa ve hayata.

Hasat vaktiydi, yılın ilk karı yağmıştı, kocakarı soğukları vardı, cemre suya düşmüştü, iki bayram arasıydı, erik ağacı çiçeğe durmuştu, çözüm süreci henüz bitmemişti...  Diyebiliriz ki bir zamanlar tüm halkların dengbejleri vardı. Günü bugüne hikaye ederlerdi. Bu hikayelerde önemli anlar zamanla böyle ilişkilendirilirdi.

Zaman içinde insan soyu önce ürünlerini tartmayı öğrendi, sonra zamanı tartmayı denedi. Ateş saati, güneş saati, su saati, kum saati, kurmalı saati ve derken dijital saat...

İnsanlık doğayı yok etme yolunda ilerlese de, her bir “insanın içindeki doğayı” yok edemedi. Boşuna değil Miriam Henke’nin söyledikleri: “Siz insanlar, zamanı ölçmek için türlü türlü yollar buldunuz, ama bilin ki hayatın kendisi lotus çiçekleri ile ölçülür.” Badem çiçeği, sokağa yayılan fesleğen kokusu, yılbaşı çiçeği, her bir börtü böcek ve barut kokusu geçen ve gelecek zamana dair bir şeyler fısıldar kulağımıza, değil mi?

“Hatırladıklarımızla değil, asıl hatırlamadıklarımızla başa çıkmakta zorlanırız” demişti Şairin Romanı kitabında Murathan Mungan. Sahi, geçen bayramı hatırlıyor muyuz? Ya barışa dair taze umutlarımızı? Tamam Roboskî’yi, Madımak’ı, Gezi’yi, Suruç’u unutmadık! Ya barışa giden yolu, çözüm sürecini, çatışmasızlık ortamını? Hatırlamazsak, hatırlamayı tercih etmezsek barışı nasıl sağlayacağız?

Her birimiz yüreğimizin taa derinliklerinde “bir seyirci” taşırız. Bu bayram o seyirciyi sahaya indirmeliyiz; barış için, barışık kalmak için... Unutmayalım ki sıkılan her el, biten her husumet barışı daha mümkün kılar. Yurttaşları gündelik hayatta barışık kalamayan halkların barışı tahayyül etmeleri ve kurmaları oldukça zordur. Bu bağlamda bayramlar geleneksel olarak sonsuz olanaklar sunarlar.

“Her tür sevgi tekrara bayılır, çünkü tekrarlar zamana kafa tutar” derken John Berger sanki bizim coğrafyanın bayram geleneğine atıfta bulunmuştur, ne dersiniz? Barış arayışı da bir nevi sevgi yumağı olduğuna göre tekrara bayılır, değil mi? O halde barışa dair bu bayram da birey olarak, kurumlar olarak zamanı iyi değerlendirmeliyiz.

Aslında çözümün anahtarı olabilecek metaforlar en yalın haliyle göz önündedir ama nedense göremeyiz.
Bir arada yaşamın iksiri hakikatleri yarıştırmak yerine buluşturmak, kendi hakikatimizi anlatmak kadar diğer hakikatleri öğrenmeye çalışmaktır aynı zamanda. Misal, ne zaman ki bu ülkede yaşayan seksen milyon kişi yüz kelime de olsa Kürtçe öğrenip yurttaşı Kürtlerin ana dil hakikati ile “Dün bir arada yaşamıştık yine bir arada yaşamak istiyoruz” diyecek, bilin ki o zaman barış daim olacaktır.

Bu yalın gerçeğin onarıcı gücüne inanıyorsanız; bu bayram, polisinden öğretmenine, işsizinden işverenine, milletvekilinden seçmenine, askerinden memuruna,  Laz’ından Türk’üne, Ermeni’sinden Arap’ına her bir halktan ve kesimden insan olarak yüz kelime Kürtçe öğrenmeye ne dersiniz?

Hele bir de ana dili Kürtçeyi hiç bilmeyen bir arkadaşınıza Kürt olmayan bir dostu olarak Kürtçe öğrenmesinde yardımcı olursanız, “Halkların bir arada yaşama iradesini” hangi silah durdurabilir ki?

Unutmayalım ki savaş bir icattır, barış ise gereklilik. Gerekli olan her şeyde olduğu gibi barışı daim kılmak da gönüllü emeğe ve içtenliğe muhtaçtır.

Evet, zamanı ölçer olarak saatlerden bahsettik. Belki de insan soyunun icat ettiği en vahim saat silahların saatidir, ne dersiniz? Bayramın barışa vesile olması dileğiyle sağlıcakla kalın.

“Silahlar sussun, barış hemen şimdi.”

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa