23 Eylül 2015 00:52

İhanete uğrayan sevgi - Öldürmeden yapamamak

İhanete uğrayan sevgi - Öldürmeden yapamamak

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bu hafta da Arno Gruen isimli bir bilim insanının görüşlerini size aktaracağım. Alman psikolog ve psikanalist... Türkçeye de çevrilmiş eserleri var: “Demokrasi Mücadelesi (Radikalizm, Şiddet ve Terör)”, “Normalliğin Deliliği”, “İçimizdeki Yabancı”, “Kendine İhanet”, “Empatinin Yitimi”, “İhanete Uğrayan Sevgi; Sahte Tanrılar”. Bugünkü alıntılar bu son eserden...
Arno Gruen, bu eserinde sahte tanrılar ve sahte kahramanlarla uğraşıyor ve belki de okullardaki tarih derslerinin nasıl işlenme(me)si gerektiğine dair bir öneride bulunmuş oluyor dolaylı olarak. Irak’taki savaşa göndermede bulunarak bu savaşın ihanete uğramış sevgiyle ilişkili olduğunu, dünyayı bu duruma getirenlerin sahte tanrılar ve sahte kahramanlar olduğunu vurguluyor bu eserinde. Bu sahte tanrıların ve kahramanların hepimiz için iyi olanı bilme iddiasında olduklarını söylüyor. Hangi siyasi, ideolojik veya dini maske ardına gizlenirse gizlensin, terörün daima bizzat hayata yönelik nefretin bir sonucu olduğunu ifade ediyor. Terör ölümle ittifak yapmak anlamına geliyor Arno Gruen’e göre…

Yine Gruen’e göre saldırgandan yana olmak itaati perçinleyen bir duruş. İtaatin de insanları köleleştirdiğini ve aynı zamanda sonsuz bir öfkenin ve şiddet eğiliminin de kaynağı olduğunu belirtiyor Gruen. Başka bir deyişle her itaat ettiğinizde itaat edileni, saldırgan olanı, sizin üzerinizde tahakküm kuranı meşrulaştırmış oluyorsunuz ve bu da aynı zamanda sürekli üretilen öfkenin ve şiddet eğiliminin kaynağı oluyor.

Gruen’e göre bize okullarda anlatılan tarih, kahramanların, büyük adamların ve bazen de büyük kadınların etrafında oluşuyor. Tarihte abideler oluşturup sonra da bunu doğru buluyoruz. Tarih boyunca ulus devletler hep bunu yaptı. Bu büyük adamlar ve kadınlar tarihsel gelişimimizi belirliyor. Biz öyle varsayıyoruz daha doğrusu. Böyle varsaymamızın da iki temel nedeni var. Birinci neden bilincimizi asıl doğamıza odaklanmaktan uzaklaştırmak… İkinci neden de çaresizliğimizden ve umutsuzluğumuzdan kurtulmaya çalışmak. Bu iki temel neden sayesinde insan büyüklük peşinde koşanların aracı haline geliyor Arno Gruen’e göre…

Bu büyüklük hayranlığının da en kolay yoldan okullardaki tarih derslerinde işlendiğini ve yeniden üretildiğini görmek mümkün… Oysaki büyük adamların, kadınların, kahramanların öğretildiği tarih insanı kendi gerçekliğinden uzaklaştırıyor, diyor Arno Gruen. Kralların, padişahların, sultanların tarihi… Kahramanlıkların yani kendini feda edişlerin ve bu feda edişlerin sonucunda elde edilen zaferlerin tarihi kutsanıyor, tarih bilgisi ve kimliğiniz diye cilalanıp çocukların önüne konuluyor. Bunları bilip hatırlayan başarılı, bilemeyen unutan ise başarısız öğrenci oluyor. Arno Gruen’ün bu analizinden yola çıkacak olursak, insan olarak kendinden ne kadar uzaklaşırsan o kadar başarılı öğrencisin, o kadar iyi savaşçısın, o kadar iyi memursun, o kadar iyi işçisin ve o kadar iyi vatandaşsın… Kendimizi büyük öyküler uğruna, büyük amaçlar uğruna, büyük adamlar ya da kadınlar uğruna feda ediyoruz.

Arno Gruen başka neler diyor? Büyüklüğün, “gelişimimizin” itici gücü olduğunu kabul etmeyi öğreniyoruz çünkü bu, kendiliğimizi inkar etme ihtiyacımızı karşılıyor. Buna o kadar inanmış oluyoruz ki, kendimizi suçlu hissetmeye bile hazır oluyoruz. Gelişim uğruna doğanın tahrip edilmesine de göz yumuyoruz.

Gelişim büyüklük anlamına geliyor ve büyüklük (Büyük ekonomi, büyük devlet, büyük takım, büyük lider) uğruna her şeyi feda ediyoruz, çünkü önemsiz kendiliğimizi ancak bir büyüklüğün kurtarabileceğini düşünüyoruz. Yani o kadar çaresiz ve umutsuzuz ki kendimizi önemsiz gördüğümüz için ancak büyüklükler peşinden gidersek bundan kurtulacağımızı sanıyoruz.
Gruen’e göre tarih tarafından üstü örtülen gerçek, insan doğasının gerçeği... Büyüklük arama dürtüsünün ardında ise, çaresizlikle başa çıkma yetisinin eksikliği var. Bu yetersizliğin yaptığı en kötü şey ise, utanma duygusunu köreltmesi. Neden kötü çünkü utanma yetisine sahip olan insanlar, büyüklük hırsı yüzünden ne doğayı, ne de yaşamı küçümsüyorlar. Bu nedenle, insan doğasının anahtarı sanıldığı gibi suçluluk duygusunda değil, insanın insanlık adına yaşama zarar vermesinden duyulan utanç duygusunda gizli…

Arno Gruen, Yahudi soykırımı hakkındaki görüşlerini de şöyle ifade ediyor. Bu görüşleri “ötekinin soykırımı” hakkındaki görüşler olarak da okuyabilirsiniz:Yahudi soykırımının dehşet vericiliği, insan olmaktan nefret edenlerin, hınçlarını, kökünü kazımakta kendilerini haklı gördükleri birey oluştan (Onlar olmasa da olur, diye düşündüğün ve köklerini kazımak lazım onların yaşamaya hakları yok, diye nefretini kustuğun ama aslında sadece senden farklı birer birey olan insanlardan) alıyor olmalarından ileri gelmektedir. İnsanların isimlerini ellerinden alıp yerine birer numara verdiler. Bireysellik yok edilmeliydi. İnsan, sahibinin (kralının, padişahının, sultanının, liderinin, başkanının, efendisinin) kendilik değerini artırması istenen bir meta haline geldi. Bu türden bir büyüye, kişiliği olmayan bir suçlu kendini kaptırır. Kendi kendiliğini hissedebilmek için kurbanlarını kişiliksizleştirmek zorundadır. İnsanları eşyaya veya işleve indirgeyen insanlar daima olagelmiştir. Yani, insanlık tarihi böyle insanları hep üretmiştir. Böyle insanların gözünde hukuk da sadece işine gelmediğinde yerine yenisi konulabilecek ya da dayatılabilecek kurallar silsilesi haline geliyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa