2002 yılında iktidara gelen AKP’nin giderek otoriterleşen yönetim anlayışını Nazi partisinin Almanya’daki yükselişiyle mukayese eden pek çok analiz yapıldı. Esasen her iki partinin de ekonomik krizle beraber yükseldiğine dikkat çeken bu analizler, AKP’nin 7 Haziran seçimlerine kadar “kutsal” saydığı ve her türlü hukuksuzluğun gerekçesi haline getirdiği sandık iradesi yaklaşımına karşı da Nazi partisinin de aynı iradeyle iktidara geldiğini vurguluyordu.
Kürtaj yasağından egemen ahlak anlayışına, AKP sözcülerinin sıkça dile getirdiği karma eğitim hoşnutsuzluğundan Goebbels tarzı propagandaya, her iki partinin kullandığı seçim sloganı ve yürüttüğü sanat politikalarına kadar aradaki benzerlik kamuoyunda sıkça tartışıldı.
Toplumsal muhalefet üzerindeki baskının muhaliflerin doğrudan tutuklandığı bir aşamaya ulaşması ve AKP medyası dışındaki tüm basın kurumlarının “terörist” diye yaftalanmasıyla beraber ‘Nazi Almanyası’ kıyaslaması uluslararası basında da yer almaya başladı. Son olarak da birkaç gün önce Fransız Le Figaro gazetesinde “Türkiye, 1935 Almanyası” başlıklı bir yazı kaleme alındı.
Erdoğan’ın “milli vekil” talebiyle yeniden alevlenen bu tartışmanın merkezinde ise başta hukuk ihlalleri olmak üzere AKP tarafından biçimlendirilen kurumsal yapılanmalara ilişkin bir dizi benzerlik var.
Buna karşılık bu tartışmalar, AKP’nin sınıf politikalarının tümüyle göz ardı edildiği bir eksende yürütülüyor.
Başta sendikasızlaştırma ve grev yasakları olmak üzere, AKP tarafından hayata geçirilen nice sendikal hak ihlali konusunda 12 Eylül dönemine sıkça atıf yapılıyor. Ancak uzun zamandır sürdürülen Nazi dönemi kıyaslamasında sendikal hak ihlallerine de, işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşullarına da yer verilmiyor.
Oysa devletin faşizan eğilimleri, işçi sınıfının hangi koşullarda çalıştığı ve demokratik haklarının ne ölçüde hayata geçirilebildiği ile doğrudan ilişkili. Dolayısıyla böylesi bir kıyaslama her şeyden önce sınıf temelli bir karşılaştırmayı gerekli kılıyor.
Bu bağlamda Prof. Dr. Jurgen Kuczynski tarafından yazılan “Nazi Yönetimi Altında İşçi Sınıfı ve Çalışma Koşulları” adlı kitap, 1930’ların Almanya’sı ile günümüz Türkiye’si arasındaki birçok çarpıcı benzerliği ortaya çıkartıyor.
Örneğin kitaba göre Nazi döneminin başlıca özellikleri; artan çalışma süreleri ve iş yoğunluğuna karşılık reel ücretler ve hastalık izinlerinin oldukça sınırlı olması. İş denetimlerinin yapılmaması, müfettiş yetersizliği ve artan iş kazaları yanında daha fazla çocuk emeği kullanılması. Ayrıca sendikal faaliyetleri tümüyle yasaklamadan önce temsilci seçimlerine müdahale ederek etkisizleştirmeye çalışmak da yine bir Nazi geleneği.
Prof. Kuczyski’nin kitabından hareketle örnekleri çoğaltmak mümkün. Yetersiz beslenmeden güvenlik harcamalarına, işsizlik sigortasına ilişkin sorunlardan “TOMA ihtiyacı” gerekçesiyle engellenen metal grevine kadar karşılaştırmanın doğrudan merkezinde yer alabilecek pek çok konu var.   
Uzun lafın kısası; faşizm tartışmalarının zeminini doğru belirlemek gerekiyor. Merkezinde işçi sınıfı ve sınıfsal haklar yer almaksızın sürdürülen böylesi tartışmaların, tıpkı demokrasi arayışı gibi, eksik ve etkisiz kalacağını göz ardı etmemek lazım.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Metal tokat

Metal tokat

Renault işçileri, yaşadıkları sorunlar karşısında patronların yanında duran şube yönetimine karşı harekete geçti: Delege sayısının 3 katı aday çıktı, seçimlere katılım rekoru kırıldı, şubenin belirlediği adaylar geride kaldı. 200 bin metal işçisini ilgilendiren MESS grup sözleşmesi öncesi Metal Fırtına’nın amiral gemisi Renault’da yapılan seçimler sendikal bürokrasiye tokat oldu.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
12 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et