29 Eylül 2015 01:05

Gizli kimliklerin trajedisi

Gizli kimliklerin trajedisi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Üç Ermenice şiir kitabı yayınlanan (Aras yayınları) ve yeni birisi yayına hazırlanmakta olan, gerek edebiyat gerekse gazetecilik ödüllerinin sahibi olan Vercihan Ziftliyan, geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin en büyük travmatik olgularından biri olan Müslüman Ermeniler konusuna değinen çarpıcı bir kitap yayınladı.
Kitabın başlığı, aslında büyük bir insanlık dramı ve ayıbını çok iyi özetliyor: “Araf’taki Ermenilerin Hikayesi: Ne Hz. İsa’ya ne de Hz. Muhammed’e Yaranabildik”.
Kapakta da, gazeteci Ahmet Abakay’ın annesi Hoşana Hanım ile olan resmi yer almakta.
Fethiye Çetin’in “Anneannem” (Metis Y.) kitabı yeni bir kimlik uyanışı başlattı. Tam zamanında çıktı bu kitap. Ardından “Torunlar” kitabı geldi.
Daha önce bu konuda çıkan tek kitap, Baran Funderman’ın “Gavur Elo” kitabı idi (Belge Yayınları 1999). Sarkis Seropyan, 1966’da Hemşinlilere ilişkin ilk kitabın, Levon Haçikyan’ın “Hemşin Gizemi”nin yine Belge’den yayınlanmasını sağlamıştı. O sıralarda TTK Başkanı ise, aslında soykırım olmadığını, özellikle Alevi ve Kürtler arasında önemli sayıda dönme yada melez Ermenilerin bulunduğunu söylüyor ve devletin elinde bütün bunların kaydının bulunduğunu belirtmekteydi.
Tam pozitivist bir modernizmle yürütülen İttihatçı toplum mühendisliğinde, Muhacirin Müdürlüğü % 5’i geçmeme kararı almıştı. Bu nedenle Halep ve çevresinde Ermenilerin sayısı % 5’i geçince, 1916 yılında Der Zor Çölünde soykırımın 2. safhası başlayacaktı. (bk. Raymond Kevorkian, Soykırımın İkinci Safhası” , Belge Y. 2011). Gülçiçek Günel Tekin de “Kara Kefen” adlı kitabında, müslümanlaştırılan Ermeni kadınlarının dramını, sözlü tarih kapsamında kayda geçti.
Zaten 1915 yazında hesaplananın üstünde Ermeni insan canını kurtarmak için Müslüman olmayı kabul etmeye başlayınca, İttihatçılar din değiştirmeyi kabul etmeyeceklerdi.
Rahmetli Hrant Dink, Türkiye’de en az 1 milyon dönme yada melez Ermeninin bulunduğundan söz etmişti bir defasında.
Bunlar hep derin bir aile sırrı olarak kaldı. Çocuklar bu sırrı bilmiyordu ama komşular her zaman bunu ifşa ettiler. Bu Rum ve Süryani bir çok insan için de geçerli idi.
5 vakit namaz kılsalar, oruç tutsalar, hacca gitseler, hatta imam bile olsalar, bunun kaydı her zaman bir yerlerde tutuldu.
Bir muhalif, bir direnişçi gözaltına alındığında, ya da öldürüldüğünde ilkin sünnet olup olmadığına bakıldı.
Bir insanın bütün kökleri ile onur duyması en basit bir insani değerdir.
Devlet bu dramatik gerçekliği, hep insanları sindirmek için, koz olarak kullandı. Ama artık bu dönem bitti.
Anadolu ve Balkanlardaki uluslaşma sürecinin en travmatik sonuçlarından biri de, böylesi karma kimlikler oldu.
Yani bu olgu sadece Ermeni kimliğine ilişkin değil.
Karadeniz’deki Rum ya da Ermeni kökenli Müslümanlar bunun diğer örnekleri arasında sayılabilir.
Ya da Yahudi kimliği, ya da Bulgar kökenli Pomaklar, Sırp ve Arnavut kökenli Müslümanlar ve Boşnaklar da, Osmanlının karışık mirası ile devralındı.
Buna ilişkin bilgiler devletin kasalarında hep el altında tutuldu. Gerektiğinde bir baskı aracı olarak kullanıldı.
90’lı yıllarda başlattığımız Marenostrum (Bizim Deniz) dizisinde, Ermeni, Rum, Yahudi toplumlarının tanıklıkları yanında, Laz ve Çerkez kimliğine ilişkin edebi ürünler ve incelemelere ve bunun yanı sıra, bu ara kimliklere de ilk kez, aşağılamadan, ırkçılık yapmadan değinen ürünleri yayınladık.
Demokratik toplumda, farklı kökenlerden gelen yurttaşlar kimliklerinin bir bölümünden dolayı utanç duymaz ve bunu saklamaya çalışmaz.
Tam tersine bu karma kökenlerde sahip olmaktan dolayı gurur da duyar.
Lozan Antlaşmasının delegasyonunda yeralan, Dr. Rıza Nur gibi ırkçı milliyetçiler ise, bunu rakiplerini aşağılama ve tehdit aracı olarak kullanır. (BK. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, çeşitli baskılar). 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa