01 Ekim 2015 00:57

Devlet ve ‘dev’ cüceleri!

Devlet ve ‘dev’ cüceleri!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bir üst bürokrat, hükümet - devlet sözcüsü ve yöneticisi, harhanği polis şefi ya da general vs. rütbeli silahlı “adam”, ve ya politik-ideolojik savaş cephesinin gözü kara militanlığına soyunmuş bezirgan diyanet yöneticisi, nasıl oluyor da ülkenin ve ulusun; bizim ülkemiz söz konusu olduğunda birden fazla ulusun sahibi ve efendisi havalarında, kabını ve kalıbını aşan ölçüsüz bir  kibir ve sorgulanamazlık ruh haliyle etrafa ‘çalım satabiliyor?‘ Başka türlü söylenirse, olağan koşullarda ve bireyler bazında hapşırsan kaçıp saklanacak delik arayacak bazı kişilerin, devlet denen aygıt, makine, mekanizma vs. in basamaklarının özellikle üst sıralarında konumlandığında onca “dev” leşmesini sağlayan nedir?

Birisi çıkıp kürsülerden “milli ve yerli 550 milletvekili istiyorum” diye konuştuğunda; “öyle sazla cazla olmaz!” diye buyruk kestiğinde; “vali-kaymakam sokağa çıkma yasağı ilan etmişsse sokağa çıkan teröristtir” diyerek bebeklerin, gençlerin ve yaşlıların kurşuna dizilmelerini meşru gösterdiğinde; adına “demokrasi” denen bir sistemde onun yakasına “millet adına” yapışmayı “suç” sayan anlayış nereden besleniyor? Peki, “sahibinin sesi” olma yeteneği dahi tartışılır biri, kendileri gibi düşünmeyip kendilerinin seçtikleri yolu seçmeyenleri “ihanet içinde olmak”la suçlama cesaretini nereden alıyor? Kendi haline bıraksan “mezarlıktan geçerken” altını ıslatacak denli korkak Nazi artıklarının “köklerini kazıyacağız!” naralarını olanaklı kılan nedir?

Biraz geriye doğru giderek şunlar da sorulabilir: o “Taş üstünde taş bırakmayacaksın!” diye ferman kesen Koman’ların, “tamburalı paşa”ların omuzlarında dörtlü-beşli yıldız, emirleri altında kendilerine uyumla zorunlu kılınmış yüzbinlerce silahlı asker olmasaydı; örnek olsun Dolmabahçe Sarayında 1 trilyona fit olmuş general eskisi türünden eşik adamlarından farkları olabilir miydi? Ya o herbirinin kendini dağ-tepe-ova demeden yeryüzü yaratıcıları saymalarını teşvik eden kumanda mevzilerinden ayrıldıklarında içine düştükleri “pıssss” halinin ‘hikmet-i sebebi’ nedir? Sahi “bin operasyon”larda halk çoçuklarını katletme timlerine komuta eden Ağar ve “ekibi”nin “esamesi” şimdi neden okunmaz? Peki, asker giysili intihalci ve mafya yumruğu yemiş uyduruk politikacılarla rüşvetci Şahinkaya’ların yerine geçen yenilerinin eskileri aratır hırsızlık, yolsuzluk ve yağma operasyonlarını perdeleyen ve korumaya alan zırhın üzerinde ne yazıyor? Emirleri ve elleri altında yüzbinlerce asker, türlü türlü kitle imha silahı, ölüm makinesi özel kuvvetler, yüzbinlerce polis ve milis gücü ve bunlara eklenmiş karanlık kontra çeteleri olmasaydı; halkın emeğinin ürününü bedeva yeme-içme ve kullanma lüksleri bulunmasaydı, çalımından geçilmeyen bu “adamlar”(devletin erilliği esas olduğuna göre) böyle cesur, böyle kabadayı, böyle sultan-paşa-kral havalarında buyruk kesip kelle alınsın fetvaları verebilirler miydi?

Artık yeterince açıktır: güç kaynağının adı bilindiği üzere DEVLET’TİR! Cüceleri devleştiren aygıttır o! En önemli organları düzenli ordu, polis gücü ve bürakrasi olan bu baskı ve zor makinesi, bir sınıfın diğerleri; günümüzde burjuvazinin işçi sınıfı ve emekçi halk kitleleri üzerindeki baskı aygıtıdır. Bu zor aracı-aygıtının dişlilerini çalıştıranlar üst sıralara doğru çıktıkça kendilerini ayrıcalıklı bir dar grubun, topluma üstün bir kastın, askeri-siyasal tiranlığın eşine ender rastlanır yetenekteki temsilcisi, hatta sahibi olarak görürler. Kurum kurum kurulmalarının nedeni budur. Mülkün asıl sahibini bilirler ama, zalim bir kahyanın çiflik sahibi kesilmesinden beter zorba kesilmekten geri durmazlar.

Burjuva devleti evet, sermaye egemenliğinin doğrudan ifadesidir. Sermayenin en büyüklerinin gereksinmeleri başta olmak üzere kapitalist gelişme ve değişime bağlı bir sürekli yeniden yapılandırılma işleminden geçer. Bunu başardığı oranda toplumun üstünde bir görünüm alarak halkın onu, “çelişkileri uzlaştırma kurumu” olarak algılaması için “hepimizin devleti” oportünist vaazına sarılır. Canlı bir organizma olarak o profesyonel özel yöneticiler kurmayının elinde halka karşı ve halkın üzerinde bürokratik bir kast olarak egemenlik kurar. Bu özelliği günümüzde daha da gelişmiştir.  

1970’lerden bu yana sadece askeri darbeler aracıyla değil, uluslararası sermayenin ve ‘iç gericilik’in çıkarlarıyla uyumlu bir değişimden geçen-geçirilen devlet makinesinin şimdilerde daha etkin, daha vurucu bir güç haline getirildiği; merkezi-oligarşik yapısının sağlamlaştırıldığı kesindir. Temel kurumlarıyla işçi sınıfı ve emekçileri zor yoluyla bastırma ve ideolojik-politik etki altında tutma işlevini sürdürmektedir.

Burjuva hükümetlerinin insan (kişi) hak ve hürriyetlerini alenen ihlali, bu güç merkezi ve organından kuvvet almaktadır. Tiran ve avanesi asıl gücünü bu zor aygıtının kumanda merkezinde yer alıyor olmasından almaktadır. Sınırı belirsiz zenginliklerini olanaklı kılan aynı güç merkezidir. Bu özellik, devletin üst katlarında yönetici olduklarında halka kan kusturanların tümü için geçerlidir. Onlar, devletin dev cüceleridir! Kültürel-etik açıdan bakılırsa; insani denen ölçüye vurulursa, evet dev cücelerdirler. Onları böylesine bağırtan, üstten-üstten kibirle konuşmalarını sağlayan hazır bulup tepesine geçtikleri o dişinden tırnağına silahlı makine-zor aygıtı; öğütücü güç merkezidir. Bu bir yana, devletin günümüzdeki yöneticileri, sınıfsal çıkarlarını savundukları efendilerinin bir bölümünü de düşman ilan edecek denli “göğe ok fırlatıcı”dırlar!
Bu, evet akıllıca değildir ve realist burjuvazinin de korkulu rüyası olmak durumundadır.

Hak talebinde bulunana karşı barbar egemenin; sömürülene karşı sömürenin, mazluma karşı zorbanın gücü yıkılarak aşılmaya mahkumdur. Onun bu sınıf karakterini ve baştan aşağı şiddet aygıtı olarak şekillenmesini “meşru” görmek; her ciddi toplumsal gelişme karşışında yeniden ve yeniden tahkim edilen bu makinenin daha vurucu hale getirilmesini sessizce geçiştirmek, burjuvazinin bu zorba, ve halkın istemleri karşışında gayrı meşru makinesine güç vermektir. Birilerinin “ben devletim istediğimi yaparım” dediği yerde, devleti daha iyi tanımak; hepimizin devleti olmadığını bilerek hareket etmek; en küçük emekçi direnişinde polis ve jandarma olarak karşımızda görülen güç olduğunu bilmek önem kazanır. Tiranın gücü Saray’ında değil devleti ele geçirmiş olmasındadır. Bizim gücümüz ise sömürülen ve ezilen on milyonlar olarak hareket etmeyi öğrenmemizde ve kutsanan devletin bize karşı zor aygıtı olduğu gerçeğini unutmamamızdadır. Bu gerçekleştiğinde dev cücelerin devliği kalmayacaktır.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa