Siyaset yeniden şekillenirken…
Fotoğraf: Envato
Şimdiden söyleyebiliriz ki 12 Haziran 2011 seçimleri, Türkiye’de siyasetin yeniden şekillendiği bir dönemin başlama noktası olmaya adaydır.
2001 ekonomik krizinin yarattığı büyük yıkımın izleri henüz sıcakken yapılan 2002 seçimleri, o ana kadar iktidar olmuş partileri barajın altında bırakarak yeni bir dönemi başlatmıştı. Bir dizi başka etkenle birlikte, halkın çıkarını temsil eden bir odağın halk nezdinde kendisini belirginleştirememesinin de bir sonucu olarak, henüz denenmemiş olan Erdoğan’ın liderliğindeki AKP, 2002 seçimleriyle tek başına iktidar koltuğuna oturdu.
Üzerine oturduğu bu yeni zeminde henüz AKP’nin altındaki halıyı çekecek kadar büyük bir kayma gerçekleşmedi. Ancak şunu söyleyebiliriz ki, 2011 seçimleri de, geleneksel statükonun temsilcisi olmayı aşamayan CHP, bu statükonun çekirdeğinde duran MHP ve kendi statükosuyla halkın demokratikleşme beklentilerinin karşısında duran AKP’ye karşı, Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku, siyasette halkın çıkarlarını temel alan bir değişimin dinamosu olmaya adaydır. Önceki dönemde BDP grubunun Mecliste, geleneksel statükonun sorgulanması bakımından nasıl bir işlev gördüğü hatırlandığında, şimdi daha güçlü biçimde Meclise girmeye aday Emek, Demokrasi ve Özgürlük Blokunun, ana muhalefet partisi işlevi yüklenebileceğini şimdiden ön görebiliriz.
Sadece seçimlerden sonra gündeme gelmesi beklenen yeni Anayasa bakımından bile, AKP, CHP ve MHP’nin temel esaslarda birbirleriyle örtüştüğü, bu açıdan fark üretebilecek tek gücün Blok olduğu açık. Ekonomik politikalardan, Kürt sorunu başta olmak üzere demokratikleşme sorunları ve dış politikaya kadar uzanan geniş alanda, Emek, Demokrasi ve Özgürlük Blokunun diğerlerinden ayrılan bir platforma sahip olması zaten pratik olarak, siyaseti Blok ve diğerleri biçiminde bölecektir.
Seçimler için girilen son düzlükte partilerin ortaya koydukları tutum ve söylemler de bu gerçeğin işaretleriyle doludur. Önceki gün Diyarbakır’daki mitinginde ‘Ana dilde eğitim karnınızı mı doyuracak?’ diyen MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin, aynı konuşmadaki “Türk milletinin hiçbir evladı bu ülkenin zencisi değildir, buna inandık. Türk milletinin hiçbir ferdi bu ülkenin ötekisi değildir” sözlerinin medya ilgisine mazhar olmak dışında bir anlamı olabileceğine kim inanabilir? Hem, ana dilinde eğitim görmek isteyen ve dilinin kamusal alanda kullanımının anayasal güvenceye alınarak sağlanmasına talep eden Kürt’e, “midesinden ibaret” bir halk muamelesi yapacaksınız, hem de bunun adı “ötekileştirme” olmayacak. Peki ne bu, berikileştirme mi? Bahçeli’nin Diyarbakır konuşması da göstermiştir ki, kendisini nasıl estetize ederse etsin faşizm faşizmdir.
Başbakan Erdoğan’ın, katledilen Hopa’daki öğretmen için söylediklerinden tutun da, siyasal rakiplerini yıpratma hesabıyla dinlenilmesi suç olan özel telefon konuşmalarını seçim meydanlarında malzeme yapmasına kadar bir dizi örnek, iktidarını koruma hırsıyla gözleri kör olmuş bir liderin hezeyanları değilse nedir?
Rakiplerini yıpratma adına onları ‘BDP ile iş birliği yapmak’la suçlayan Erdoğan’ın ve aynı numarayı, AKP’yi sıkıştırma adına, ona karşı yapan diğerlerinin, Kürt sorununu kiminle iş birliği yaparak çözeceklerini sormak gerekiyor. Güvenlik konseptine dayalı siyaset anlayışını kutsayan bu partilerin, Türkiye’de biriken özgürlük taleplerine çare olabilmeleri düşünülebilir mi?
Türkiye’de AKP döneminde giderek artan işsizlik karşısında, seçim süreci boyunca büyük sermaye örgütlerinin desteğini arkasına almak için çırpınıp duran Kılıçdaroğlu’nun CHP’sinin bir alternatif olamayacağı açık olduğuna göre, önümüzdeki dönem etkisi daha fazla hissedilecek olan işsizlik ve yoksulluk gibi temel gündemler konusunda Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku dışında farklı bir politika ortaya koyabilecek bir güç var mıdır?
İzmir üssünün NATO’nun kara üssü olması gibi gelişmeler de, iktidarın Türkiye’yi emperyalist bölge politikalarının bir maşası olarak kullandırmaya bundan sonra da ne kadar açık olacağının somut bir göstergesidir. Libya teskeresinin AKP’ye, CHP ve MHP’nin desteğiyle Meclisten geçtiği hatırlandığında, onurlu bir dış politikanın tek savunucusunun da Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku olacağı açıktır.
Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Ancak elbette aslolan bu yeni dönemin sunduğu imkanların Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku tarafından hangi düzeyde değerlendirilebileceğidir.
12 Haziranda Meclise göndereceği milletvekillerini büyük oranda, uyanış içindeki Kürt yoksullarının oylarıyla gönderecek olan Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku, yeni dönemde Türk halkının desteğini de, düne göre çok daha fazla arkasına alan bir siyasal odak olmayı başarmak durumundadır. Bu başarılabildiği oranda sermaye partilerinin altındaki halı da yavaş yavaş çekilmeye başlayacaktır.
- Kürt meselesinde bir ihtimal daha olmalı 13 Aralık 2024 04:57
- Sınırımızdaki yeni Afganistan ve kaostan rant devşirmek 09 Aralık 2024 07:00
- Geniş atılan ağda çıkışı aramak... 02 Aralık 2024 06:55
- Türkiye zor bir değişimin ağır sancılarını yaşıyor 25 Kasım 2024 06:35
- Ebedi barış mümkün mü? 18 Kasım 2024 04:23
- İki güncel rapor eşliğinde Kürt meselesini tartışmaya devam 11 Kasım 2024 04:47
- 'Çöle çevirdikleri yere barış geldiğini söylüyorlar' 06 Kasım 2024 05:33
- Bir siyaset olarak 'terörle mücadele' 04 Kasım 2024 07:07
- Erdoğan’ın Mevlana vurgusunun hikmeti ne olabilir? 31 Ekim 2024 08:07
- Mayınlı bir süreç 28 Ekim 2024 05:10
- Yenidoğan çetesi: Çürümenin ekonomi politiği 21 Ekim 2024 05:00
- Barışa kapı açmak mı, süreci yönetmek mi? 14 Ekim 2024 05:00