Basın özgürlüğü ve bağımsız gazetecilik!
Fotoğraf: Envato
Ve YSK, Cumhurbaşkanından AKP’li “hukukçu vekillere” Başbakandan “bağımsız” Adalet ve İçişleri Bakanlarına kadar AKP cenahından gelen, “Seçim güvenliğinin olmadığı bölgelerde, sandıkların yeri değiştirilsin” baskısına “hayır” dedi. Böylece YSK seçimlerin üstüne düşürülebilecek en önemli şaibelerden hiç olmazsa birisini ortadan kaldırdı. AKP YSK’nin kararını “Anayasaya aykırı” bulduğunu açıkladı. Ama diğer partiler ve az çok hukukla ilgisi olan çevreler YSK’nin bu kararını yasa, Anayasa ve YSK’nin önceki kararlarıyla uyum içinde buluyorlar.
Dün yaptığı basın toplantısında gazetecilerin sorularını yanıtlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, YSK’nin bu kararını eleştirdi; “YSK, sandıkların yerinin değiştirilmesi istemini sandıkların değiştirilmesi olarak anlamıştır. YSK yanlış karar vermiştir.” diyerek, YSK’yi eleştirdi. “Eğer seçimlerde bu nedenle sıkıntı çıkarsa sorumlusu da YSK olacaktır” diyerek de Erdoğan, şimdiden bölgede alacağı yenilgi için suçluyu buldu: YSK!
Öte yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aradan geçen onca güne karşın şahsen de tanıdığı Ahmet Hakan’a “Geçmiş olsun” dememesi karşısında dün gazeteciler, Cumhurbaşkanına, “Ahmet Hakan’a saldırı karşısında ne diyorsunuz?” diye açıkça sordular.
Erdoğan bu soru karşısında da açıkça, amasız, lakinsiz, “Geçmiş olsun. Yapanları lanetliyorum basına yönelik saldırı yapanlar ağır biçimde cezalandırılacaktır,...” demedi. “Biz gazetecilere karşı şiddete hep karşı durduk ama onlar da birini hedef göstermemeli,...” diyerek sanki Ahmet Hakan da başka gazetecileri hedef göstermiş gibi ifadelerle, yanıtı yayarak, açıkça bir tutum ifade etmekten geri durdu. Ve, “Basın Danışmanı Lütfullah Göktaş’ın Ahmet Hakan’ı arayarak geçmiş olusun dileklerini ilettiğini” ekleyerek sözlerini tamamladı. Ama Cumhurbaşkanının, böyle vahim bir olay karşısında saldırıyı açıkça lanetleyen bir tavır göstermemesi, bunu kamuoyuna açıkça ve anında ilan etmemesini giderecek güçte ve kararlılıkta bir açıklama değil; sanki gazetecilerin sorusu üzerine yapılan “zoraki bir açıklama”ydı!
Oysa bugün basına ve gazetecilere yönelik saldırılar konusunda çok önemli günlerden geçmekteyiz. İşleri habercilik olan gazeteciler kendileri haber konusu olmakta; basın özgürlüğü için alanlara çıkmak zorunda kalmaktadır.
Nitekim, Türkiye’de basın özgürlüğünü savunmanın çıtasının alt sınırı, önceki gün gazeteci meslek örgütlerinin çağrısıyla yapılan yürüyüşte ilan edildi: Bu yüzden de asgari olarak bu yürüyüşün taleplerini benimsemeyen bir basın özgürlüğü savunusundan söz edilemez.
Ama elbette dün, Çağrı Sarı arkadaşımızın gazetemizin Pazar ekinde yazdığı gibi, DİHA’ya, Gündem’e Evrensel’e, diğer muhalif basına karşı saldırıları görmezden gelen gazetecilerin basın özgürlüğü, halkın haber alma özgürlüğü gibi hakları, sadece baskının, şiddetin ucu kendilerine gelince hatırlamaktan da kurtulmaları gerekir. Aksi halde durdukları yer saldırıları durdurabilecekleri bir çizgi değildir. Saldırıya uğrayan Doğan Grubu medyasının, DİHA’nın basılması ve çalışanların gözaltına alınmasına bir tepki koymamaktan da öte, ciddi bir haber değeri bile görememesine karşın “Özgür Basın” pankartı arkasında yürümelerinin çelişkisini çözmeleri gerekir.
Dahası “terör sorunu” üstünden yaptıkları haberlerin artık AKP politikasıyla bire bir örtüşen resmi devlet politikasını savunmaya indirgenmiş olmasını fark edememiş olamayacaklarına göre, sadece devletin, istihbaratın, Genelkurmay açıklamalarının “tek gerçek” olarak benimseyen tutumlarını eleştirmemeleri, daha da önemlisi değiştirmemeleri, devletin yaptığı terörü habercilik kapsamında değerlendirmemeleri çelişkisi daha sürdürülebilir mi?
“Bağımsız gazete yapıyoruz”, “Bağımsız gazeteciyiz” diyen gazete yöneticileri ve gazetecilerin bunları görmesi gerekir. Çünkü; devletin, hükümetin, istihbaratın raporları ve verdiği bilgileri tek gerçek sayan habercilik, bağımsız gazetecilikle bağdaşmaz. Örneğin Başbakan, “Bölgedeki operasyonlarda yanlışlıkla bile tek sivil vatandaş hayatını kaybetmedi” diyor, bunu “bağımsız gazetecilik” yaptığını söyleyen medya aynen veriyor; o iddianın tersini gösteren sayısız yerel tanık, belge, fotoğraf,... görmezden geliniyorsa, böyle bağımsız gazetecilik olmaz. En azından bu çizgide kaldıkça bağımsız gazetecilik yapılamaz.
Saldırganları ve arkasındakileri cesaretlendiren de bu çelişik tutumdur.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00