Fotoğraflarla Türkiye manzarası
Fotoğraf: Envato
13 yıllık AKP iktidarının Türkiye’yi getirdiği yer son birkaç günde üç fotoğrafla, bütün dünyanın gözleri önüne serildi.
Son fotoğraf, Nusaybin’dendi.
İki kadın, yürümekte zorluk çeken bir yaşlı adamın kollarına girmiş bomboş caddede yürümeye çalışıyorlar. Kadınların ellerinde beyaz bayrak var. Sanki siperdeki düşman kuvvetlerinin önünde, gizlendikleri yerden “teslim olmak” için çıkmış üç kişi gibiler!
Üç kişinin yer aldığı bu fotoğraf, bir kurgu ya da canlandırma değildi; Nusaybin’de sokağa çıkma yasağı sırasında çekilmişti; ama bu fotoğraf aslında sokağa çıkma yasağının ilan edildiği ilçelerde ve mahallelerdeki durumun fotoğrafıydı!
Diğer bir fotoğrafı üç gün önce görmüştük. Yine bir Silvan görüntüsüydü. Özel harekatçı polis, DİHA Muhabiri Serhat Yüce’nin alnına tabancasını dayamıştı! Serhat Yüce’nin suçu, sadece işinin gereği olarak fotoğraf çekmekti!
Üçüncü fotoğraf ise, tüm ülkede, dünyada infial uyandıran bir fotoğraftı. Şırnak’ta çekilmişti. Polisin zırhlı aracının arkasına bağlanmış bir erkek cesedi sürüklenerek götürülüyordu. ’90’lı yıllardaki “İnsanlık sürükleniyor” diye markalanan fotoğrafın aynısıydı! Sürüklenen ceset, Hacı Lokman Birlik’in cesediydi.
Cumhurbaşkanı ve Başbakan, her vesileyle, yapılan operasyonlarda, polis ve askerin halka, sivillere zarar vermemek için ne kadar özenli davrandıklarına dair demeç üstüne demeç veriyorlar. Başbakan, “Operasyonlarda yanlışlıkla bile bir tek sivil hayatını kaybetmedi” diyecek kadar olanlara gözlerini kapamış bulunuyor. Ama, mızrak o kadar büyüdü ki artık çuvala sığmıyor. Yetkililer “huzur için”, “Halkın güvenliği için yapıyoruz biz bu operasyonları” dedikçe, çocuklar başta olmak üzere sivil ölümleri, evinin kapısı önünde öldürülen çocukların, 70’lik yaşlıların fotoğrafları yansıyor basına.
Şunu bugün açıkça söyleyebiliriz ki, bu üç fotoğraf, bölge illerinde Cumhurbaşkanı ve Hükümetin tüm polis ve asker gücünü kullanarak kurduğu düzenin fotoğrafıdır. Ki, bu düzende özgürlük istemenin cezası, sadece öldürülmek değil, cesedin polis aracının arkasına bağlanıp sürüklenmesidir. Bölgede olanların haberini yapmanın cezası da artık polisin alnına tabanca dayamasını göze almaktır. Tabancanın patlayıp patlamaması sadece “O anlık bir durum”dur! Bu düzende günlerce süren sokağa çıkma yasaklarında hastalar bile ancak beyaz bayrak sallayarak hastaneye gidebilmektedir.
Türkiye’nin batı yarısının fotoğrafı da, önceki gün Çağlayan’daki İstanbul Adliye Sarayı’nda ortaya çıktı.
Türkiye’nin en tanınmış gazetecilerinden birisine, Ahmet Hakan Coşkun’a saldıran dört kişi ve onların “azmettirici” olarak gösterdikleri, birisi özel harekatçı üç kişi, mahkemeye çıkarıldı.
Mahkeme bir kişiyi Ahmet Hakan’ı yaralamaktan tutukladı, altı kişiyi ise serbest bıraktı.
Saldırgan dört kişinin avukatları önünde verdikleri ifadeler, açıkça bir örgütü gösteriyordu ve saldırganların 100 bin lira karşılığında saldırıyı düzenlediklerine dair ifadelerine karşın sulh ceza yargıcı, şüphelilerin mahkemede ifadelerini değiştirmelerini gerekçe göstererek altı kişiyi serbest bıraktı.
Aslında “Dört başı mamur bir organize saldırıyı” yargıç, sıradan bir sokak kavgası olarak değerlendirdi.
Böylece anlaşıldı ki, eğer Ahmet Hakan’ın avukatları, gazetesi ve demokratik kamuoyu davayı iyi takip etmezse olacak olan, bu davanın adi bir vakaya dönüştürülerek, en fazla “dört serserinin bir kişiye saldırması” davası olarak kapatılmasıdır!
Bu da bir Türkiye klasiğidir. Metin Göktepe’den Hrant Dink’in katledilmesine kadar faillerin az çok ortaya çıkarıldığı davalarda da hep böyle olmuş, ancak gazetecilerin ve demokratik kamuoyunun gayretiyle az çok bir ilerleme sağlanabilmiştir.
AKP Hükümetinin 13 yıllık iktidarından sonra Türkiye artık, gazetelerin, iktidarların milletvekillerinin önderliğinde basıldığı, yetinmeyip gazetecilerin tehdit edildiği, dövüldüğü, alnına silah dayandığı bir ülkedir.
1 Kasım seçimi, Türkiye’nin bu fotoğraflarla tarif edilen bir ülke olmaktan çıkarılması için bir dayanak, bir fırsat olarak ortaya çıkmıştır. Bu da, fırsatı gerçeğe dönüştürmek de, bugün büyük ölçüde Türkiye’nin ilericilerinin, demokrasi isteyen çevrenin ve özgürlük talep eden halkların elindedir.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00