Ateş hâlâ benim elimde değil
O zamanlar vurdulu kırdılı dizilerin henüz yaygınlaştığı zamanlardı. Şimdilerde çok meşhur olmuş Ankaralı jön oynuyordu başrolünde. Sonradan neredeyse bir steryotip olacak “deniz kenarında uzlete çekilmiş bilge adam” rolüyle de sakallı biri vardı dizide. Jönümüz sıkıştığında, daraldığında, sakinlemek için o adamın yanına giderdi. Deniz kenarında falan otururlar, sakallı adamımız jön adamımıza kıssaları şahit gösterip hisse verir, jönümüz de bu hisselerden payına düşeni bir tomar özlü söz eşliğinde heybesine kordu. Sonra o ışıltılı, yalan, gürültülü dünyasına geri dönerdi. Işıltı, yalan ve gürültü de zaten bize dayatılan, öyle düşünmemiz için gözümüze sokulan dünyanın muhtelif eşyaları, ilişkileri, sakillikleriydi. Birçoğumuz için o kadar göze sokulması da sakildi zaten ama gene konu bu değil.
Benden dört beş yaş kadar büyük biri vardı; birkaç yaş farkın çok büyük olduğu zamanlar vardır, o zamanlardaydık. Okulla ev arası yürünmeyecek kadar uzak gelir. Oysa şuncacık yoldur. Akşam bir başına içki içmenin bir tür cangıl etkisi taşıdığı zamanlardır onlar. Normal şartlarda yapılacak en büyük çılgınlığın okulu kırmak olduğu vakitler. İşte o aradaki dört beş yaş fark çok büyükken, o adam, bahsi geçen jöne özeniyordu. İkinci el arabasıyla kasabada durmadan turlar atıyor, geceleri içki âlemlerinde naralar attığı geliyordu kulağımıza. Arada sırada devam ettiğimiz ciğercide karşılaşırdık, sanki oraların ağası olduğunun altını çizmek ister gibi, himaye ederek sorardı “iyisiniz değil mi gençler?” diye. Cep telefonunu ilk olarak İstanbul’dan gelen bir akrabada gördüğüm ve alete uzaydan gelmiş muamelesi yaptığım günlerin hemen ertesi. Uzaktan gelen akrabamızın cep telefonu için kemerinin üzerine taktığı aparatın fiyatını öğrenince dudağımız uçuklamıştı.
Jöne özenen mahalli jönün, ondan da dört yaş büyük bir tanıdığı vardı. Aradaki yaş farkı ona çıkınca, jönün arkadaşı olduğunu sandığımız oysa sonradan öğreneceğimiz üzere, pek de arkadaşı olmayan o abi ile arada denkleşirdik. Sokakta, bir başına, şahsına münhasır yürüyüşü ve koltuğunun altında ezilmiş gazetesiyle yürüyor olurdu. O günleri düşündüğümde, o adamın habire yürümesinin, bıkmadan usanmadan yürümesinin manasını çözdüğümü düşünüyorum. Çünkü yorulmaya ihtiyacı vardı ve bunu orada, anca böyle yapabiliyordu. Akşam çökünce herkes evlerine çekilirdi. Sokağa çıkma yasağı vardı. Olağanüstü hal koşullarındaydık. Kimse güvende hissetmiyordu. Ve bu güvensizliği besleyen olaylar her gün, muttasıl cereyan ediyordu.
Jön ile yürüyen adamı birkaç defa gördüm yan yana. Alaka kuramadım. Sonradan ikisini tanıdım, birinin ahbabı oldum. O demişti; “gelip akıl alıyor, benden hikmetli sözler bekliyordu. Ben de ‘he, he’ deyip geçiştiriyordum.” Bizim orada deniz olmadığından, görüntüyü aklında denize tamamlıyordu muhtemelen jönümüz.
Bahsi geçen jön, jön olamadı. Bir iki oyunculuk denemesi olduğunu duydum sonradan. Devamında da hiç haber almaz oldum zaten. Ama o günlerin Orta Anadolulu jönü, memleketin en meşhur oyuncularından biri olmaya devam ediyor. Nereden aklıma düştüyse, bakayım dedim bizimkine. Nerelerde, ne yapıyor diye.
Ona bakıp tebessüm ettiğimde aklımdan “bizim oralardan neden çok az oyuncu çıktı?” diye düşünüyordum. Televizyon programı için konuk tartıştığımız, neler yapalım deyip kafa yorduğumuzun ertesiydi. Sonra haberi gördüm.
Oyuncu olduğunu bir muhabbet sofrasında duyduğum, “haydi inşallah” diye heveslendiğim, çok yakın akrabalarıyla aynı sofraya diz çöktüğüm, daha tanımadan çok sevdiğim, gözlerinin içi gülen Hacı Lokman Birlik’i katletmişler. Yetmemiş, bedenini sürüklemişler. Video çekmişler, başında fotoğraf çektirmişler.
“Bu fotoğrafa iyi bakın. Önceki gün Şırnak’ta çekildi. Kimse unutmasın, biz unutmayacağız çünkü.” dedi ya Demirtaş. Haklıydı; o kasabanın jön olmaya çalışan genci, sürekli yürüyen adamı, ben, ciğerci, o sıra yanımızdan geçen genç kız, annem, babam, kardeşim; hiçbirimiz unutmayacağız o fotoğrafı. Artık bizde bu bilgi de var: Beni yahut benim tanıdığım birini, bir arabanın ardına bağlayıp çekiştirebilirsiniz de. Bu, nereden bakarsanız bakan, iyi bir bilgi sayılmaz. Ve aramızda epey bir köprüyü yakmış demektir.
Ateş, hâlâ benim elimde değil.
Evrensel'i Takip Et