Savaşa ve savaş politikalarına karşı mücadeleye!

Türkiye tarihinin en büyük katiamının arkasından kameralar karşısına çıkan Adalet, İçişleri ve Sağlık bakanları, “gerekli her tedbir alınmıştır”, “her şey normaldir” diyerek, “Katliamın da her tedbirin alınmış olmasına karşın” gerçekleştiğine inanılmasını amaçlamaktadırlar. Ama katliamın üstünden onca saat geçmesine karşın; ne katliamın kurbanlarının sayısı, ne yaralıların kaç kişi olduğu, ne de kayıp vatandaşların akıbeti hakkında bakanlıklar ve yetkili makamlar bir bilgiye sahip değildir!

Başbakan Davutoğlu ise; “Bu bir AKP Hükümeti değildir” diyerek, Hükümetini değil  Saray’ı savunmayı ve AKP’nin savaş politikasının üstünü örtmeyi tercih etmektedir. Dahası Başbakan, bu büyük katliamın yarattığı infial karşısında bile Demirtaş’ı ve HDP’yi hedefe koyarak, adeta saldırıya uğrayanları, katledilenleri suçlamaya girişmiştir.

“Sahibinin sesi”ne kulak veren polis de bir yandan cenazelerine sahip çıkan, tepkilerini Erdoğan ve AKP’yi protesto ederek ifade eden yığınlara karşı şiddet kullanmaya devam etmektedir. Dahası, Hükümet güçleri, cumartesi günü  “Eylemsizlik ilan eden” PKK’ye karşı operasyonlara da hız vermiştir. Nitekim, güvenlik güçleri, Diyarbakır’ın merkez ilçeleri olan Sur ve Yenişehir’de “sokağa çıkma yasağı ilan” ederek bölgedeki çatışmaları kışkırtmaya devam etmektedirler. 

Bu en büyük kitle katliamından sonraki gelişmeleri, anlamayı kolaylaştırmak için, şu saptamaları yapabiliriz:

1-) Saldırıyı hangi alçak organizasyon yapmış olursa olsun, saldırının siyasi sorumluluğu 13 yıldır ülkeyi yöneten Erdoğan-Davutoğlu yönetimidir! Yok; “Bu AKP hükümeti değildir”, “Bu seçim hükümetidir” gibi laf cambazlığı ile Saray’ın ve AKP’nin sorumluluğunun üstü örtülemez.

2-) Saldırı; soyut ve klişe anlamıyla, “Türk milletine”, “Türkiye’ye”, “hepimize” değil, bugün Erdoğan-Davutoğlu iktidarının; içeride “tek lider tek parti” diktatörlüğü girişimlerine, dışarıda komşularıyla savaş çizgisine varan yeni Osmanlıcı, cihadcı, şeriatçı terörist örgütleriyle sarmaş dolaş amacına varmak isteyen dış politikasına karşı mücadele eden barış isteyen, özgürlük isteyen halk güçlere yönelik bir saldırıdır.

3-) Ankara’daki hain saldırı, daha önce Mersin-Adana’da, Diyarbakır’da, Suruç’ta yapılan saldırıların devamıdır. Bu yüzden IŞİD’in markasını taşımaktadır. Onun içindir ki, “soyut” ya da “kimliği belirsiz bir terör saldırısı” değildir. Tetiği çekenin kimliği de bellidir, arkasında, bu saldırının yapılmasının iklimini, siyasi zeminini oluşturan politikanın sahibi de bellidir: Erdoğan-Davutoğlu yönetimidir. Saldırın arkasından sokağa çıkan halk kesimleri, bu saldırın arkasındaki güç olarak gördüğü Erdoğan ve AKP’yi hedefe koyarak taleplerini ifade etmekte, gerçekleri gördüğünü göstermektedir.

4-) Başbakan Davutoğlu, her halde Cumhurbaşkanıyla da konsensüs içinde “teröre karşı mücadele” için sadece Bahçeli ve Kılıçdaroğlu ile görüşeceğini, Demirtaş’la görüşmeyeceğini açıklayarak, HDP’yi ve ona oy veren  altı buçuk milyonu dışlamıştır; gerçek bir bölücülük örneği göstermiştir. Kısacası Davutoğlu, saldırıya uğrayanların, barış ve demokrasi güçlerinin ya partisi ya da müttefiki olan HDP’yi dışlayarak, saldırgan canilere, “Sizin düşman gördüklerinizi biz de düşman görüyoruz. Onları gayri meşru görüyoruz; muhatap almıyoruz” diyerek saldırganları cesaretlendirecek mesaj vermiştir!

5-) CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu da bu, Başbakanın “teröre karşı birlikte mücadele için görüşme” demagojisine, “elinde açık çekle gideceğini” ilan ederek, pirim vermiştir. Oysa ondan CHP’nin barış ve demokrasi yanlısı üyelerinin beklediği, “HDP’yle, Demirtaş’la görüşmeyen bir Başbakan benimle ne görüşecek?” diyerek görüşmeyi reddederek, CHP’nin yerinin barış ve demokrasi isteyenlerin safı olduğunu da göstermesiydi. Ama CHP Genel Başkanı, bu görüşme isteğini reddetmeyerek, bütün bu olup bitende Davutoğlu’nun izlediği politikanın rolünün olmadığını kabul etmiş olmakla, onun HDP ve ona oy veren altı buçuk milyon vatandaşın iradesini yok saymasını, gayri meşru ilan etmesine (“yerel” ve “milli” kabul etmemesine) meşruiyet sağlamış duruma düşmüştür. İçinden geçilen dönemin hassasiyetleri de dikkate alındığında, böyle bir dönemde CHP Genel Başkanı’nın Hükümetin “teröre karşı mücadele” demagojisine ve Kürt güçlerine karşı mücadele konseptine destek veren duruma düşürmektedir. Ki bu da, “CHP’nin böyle bir ayağı demokrasi güçleri yanında öteki ayağı Hükümetin devletin resmi politikasında kalarak daha ne kadar sürebilir?” sorusunu giderek acil yanıt verilmesi gereken bir soruya dönüştürmektedir. Hele de böyle, barış ve demokrasi güçleriyle Saray-savaş siyasetinin, zulüm ve zorbalığın temsilcilerinin, kontra odakların, faşist güçlerin çelişkilerinin böylesine keskinleştiği bir zamanda!

6-) Saray-savaş siyasetinin halkı sindirmek için başvurduğu devlet terörü ve ona eklenen Türkiye tarihinin en büyük kitle katliamının da Türkiye’nin barış ve demokrasi güçlerinin mücadelesini sindiremeyeceğini göstermektedir. Tersine Tükiye’nin ilericilerici, demokrasi güçleri, özgürlük talep eden halkları karşılarındaki tehdidin farkına varmış, Erdoğan-Davutolu yönetiminin ülkeyi “Suriyelileşme yoluna soktuğunu”, üstelik tehdidin  Ankara’nın göbeğine kadar gelmesine göz yumduğunun farkına varmış olarak birleşeceklerini göstermişlerdir. Ülkenin her yanında yükselen tepkiler bunun ön göstergesi olarak değerlendirilmelidir.

7-) DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin, katliamı lanetlemek için yaptıkları “iki gülük grev çağrısı” anlamlı ve yurt ve insan sevgisi, barış ve kardeşlik duygusu taşıyan herkesin yürekten destek vermesi gereken bir eylemdir. Grev çağrısına destek vermeyen Türk-İş, Hak-İş, Memur Sen gibi konfederasyonlar, TÜSİAD’ın bile katliamı lanetlediği koşullarda sessiz kalarak, DİSK ve KESK’in çağrısına yanıt vermezlerse (şu saate kadar vermemişlerdir), sadece üyelerinin değil ama tüm işçi sınıfının ve dünya halklarının gözünde katliamcıların, IŞID’in ve arkasındaki güçlerin yardakçısı durumuna düşeceklerdir. Ama bu sendikaların üyelerinin merkezlerine rağmen bu katliama tepki göstererek, katliama, savaşa hayır demeleri sürpriz olmaz.
Türkiye’nin halkları, büyük çoğunluğu ile savaşa da, Hükümetin ve Saray’ın savaş politikalarına da, Ankara’daki vahşi katliama da karşıdır. Yeter ki onlara gerçekleri anlatabilelim, oların bir tutum alması için mücadele biçimlerini geliştirmekte adımlar atabilelim!

Evrensel'i Takip Et