Yapmadığınız ne kaldı?
Fotoğraf: Envato
Erdoğan ve AKP hükümetlerinin, ülkede geçmişte hükümet olmuş partileri, ülkenin rejimini eleştirirken epeyce kullandıkları ve etkili de olan demagojik bir propagandaları vardı. Ağızlarını açtıklarında tek parti diktatörlüğünden -CHP dönemi-, kitle katliamları yapıldığından -örneğin Dersim-, özgürlüklerin olmadığından, Kürtlere sınırsız zulüm yapıldığından, faili meçhullerden, yolsuzluk ve hırsızlıklardan bolca söz ediyorlar, kendi dönemlerinin her bakımdan geçmişten ayrıldığını ileri sürüyorlardı.
Son yıllarda yaşananlar, bu demagojiyi epeyce açığa çıkarmış, önce Erdoğan yönetimindeki AKP hükümetlerinin, sonrasında Erdoğan’ın “fiili başkanlığındaki” Saray saltanatının geçmişin olumsuz ve kara mirasından yeterince yararlandığı, ona bazı alanlarda “katkılar“ yaptığı daha fazla görülür olmuştu. Katliamlar peş peşe geldi; Roboskî, Suruç, Ankara, Kürt illerinin “demokratik özerklik” ilan edildiği için yakılıp yıkılması, basın üzerinde açıkça sansür uygulamaları vb. Muhalif çevreler üzerindeki baskı, sindirme, ezme politikaları, onları fiziki olarak ortadan kaldırmaya kadar uzandı.
Erdoğan liderliğindeki AKP hükümetlerinin uyguladığı politik baskıların şiddeti ve yaygınlığı, geçmişteki hükümetlerin uygulamalarını kat kat aşmış durumda. Bunun için koca bir devlet mekanizması, asker, sivil bürokrasi, havuz medyası sonuna kadar kullanılıyor. Bütün bunlar, işin politik cephesi. Bir de diğer cephe var, yani ekonomi cephesi. Bu alandaki propaganda da politik alandaki propagandayı aratmıyordu. Hatta denilebilir ki, bu alanda sağlandığı söylenen “ilerlemeler”, politik alandaki hakimiyetin ve demagojinin daha etkili olmasını sağlayan temel bir faktör oldu.
2008 krizine kadar süren uluslararası konjonktür, Brezilya, Meksika vb. diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de ucuz dövizle şişirilmiş bir “ekonomik gelişme” dönemine yol açtı. Yüksek büyüme rakamları, dış ticaret hacminin -cari açıklara rağmen- büyümesi, daha çok inşaat ve bayındırlık alanında görülen gösterişli yatırımlar, halkın geniş kesimleri içinde AKP hükümetlerinin “başarısı” olarak göründü. Ama madalyonun diğer yüzünde düşük ücretler, yoksulluğun yaygınlaşması, yüksek işsizlik rakamları bulunuyordu. Ama işler yolunda gittiği sürece bunların üzerini örtmek fazla zor olmadı.
Ama 2008 krizinden sonraki yıllarda işler hemen çökmedi. Çünkü zaten ülke 2001 krizinde tam bir yıkıma uğramış, geride kalanlar üzerinde ekonomi ilerlemeye başlamıştı. Ancak 2008 krizinin sonuçlarının dalga dalga yayılması, ucuz ve bol döviz cennetinin de sonu oldu. Son bir yıl içerisinde TL, neredeyse yüzde 40 dolayında devalüe oldu -değeri düştü-. AKP hükümetlerinin ortalama büyüme hızı, cumhuriyet tarihi ortalamasının altına düştü. “Parlak ekonomik” başarıların yaldızları bir bir sökülmeye başladı. Artık hükümet destekçisi medyanın dışındaki gazetelerin ekonomi sayfalarında, TV’lerin ekonomi programlarında ekonominin yeni bir krize ne zaman sürükleneceği tartışılıyor.
Elbette ekonominin hikayesi bunlarla bitmiyor. Yolsuzluklar, hırsızlıklar, rüşvetin yaygınlaşması ve bütün bunların en tepeden başlayıp en alta kadar inmesi ile Erdoğan ve AKP hükümetleri daha önceki hükümetlerde bu derece görülmeyen skandalların sahibi de oldu. Dini politik amaçlarla kullanmakta usta olan AKP kadroları, genel olarak halkta geçmişte egemen olan “Müslümanların yolsuzluk, hırsızlık yapmayacağı, hak yemeyeceklerine” ilişkin yargıyı da yerle bir etti. Erdoğan ve AKP hükümetlerinin halkın uyanışına ve silkinmesine en fazla bu alanda katkıda bulunduğu söylenebilir. Kısacası siyasal islam zirveye çıktı, marifetlerini sergiledi ve düşüşe geçti.
Dış politikada saplanılan bataklığa, düşülen rezilce duruma bakıldığında bu alanda söylenecek fazlaca bir söz bulunmuyor. Halkı yanıltmak için ABD’ye ve diğer büyük emperyalist ülkelere yapılan kof meydan okumalar, katı gerçeklere çarparak tuz buz oldu. Ülke, ABD’nin uçak gemisi gibi oldu. Her gün İncirlik’ten kalkan ABD uçakları, Suriye’yi bombalıyor, bölgede ABD’nin emperyalist stratejisine ve çıkarlarına sadakatla hizmet ediliyor, bu arada haddini ve sınırını bilmesi için kafasına sıkça ve sertçe vuruluyor. Kısacası Erdoğan ve AKP hükümetleri daha önceki hükümetler döneminde ekonomide, iç ve dış politikada uyguladıkları tüm politikaları en uç noktalarına kadar götürerek uyguladı ve uyguluyor.
İşte ülke burada çok kalın çizgileri ile özetlemeye çalıştığımız politik ve ekonomik koşullarda seçimlere gidiyor. Erdoğan ve AKP, tek adam, tek parti diktatörlüğünü kurmak istediklerini saklamıyorlar. Bunu sağlamanın yolu da, seçimlerde tek başına hükümet olmaktan geçiyor. Erdoğan ve AKP’nin başarılı olması demek, dizginsiz bir terör rejiminin egemenliğinin kurulması demek. Yani 7 Haziran seçimlerinin ortaya attığı sorun, ağırlaşmış ve kendi içerisinde yol almış bir biçimde orta yerde duruyor.
Bu nedenle 1 Kasım seçimleri, ülkenin ve halkın önüne keskin bir yol ayrımı getiriyor. Ya Erdoğan’ın dizginsiz diktatörlüğü, ya da bunun engellenmesi ve halkın önüne moralle ilerleyebileceği bir yolun açılması. HDP’nin desteklenmesi, ona oy verilmesi bu bakımdan önemini koruyor. Durum bu iken, seçimleri önemsizleştirmeye çalışan yaklaşımların tam anlamı ile siyasi körlüğü işaret ettiğini ayrıca vurgulamak gerekiyor. Halk hareketinin demokrasi ve barış yolunda daha güçlü ilerleyebilmesi için, oyların HDP’ye verilmesi yönünde yoğun bir çabanın içinde olmak gerektiği çok açıktır.
- Ücret asgari, yaşam sefalet 13 Aralık 2024 05:40
- Genel grev ve direnişi gerçeğe dönüştürmek için 06 Aralık 2024 06:15
- Birleşik ve genel mücadele için 29 Kasım 2024 06:55
- Siz ne diyorsunuz? 22 Kasım 2024 05:31
- Gelişmelerin anlamı üzerine 15 Kasım 2024 05:25
- Direnerek kazanmak 08 Kasım 2024 11:13
- Elde ne var? 01 Kasım 2024 05:05
- İktidara ve düzen partilerine güvensizlik 25 Ekim 2024 15:00
- Dışa karşı cephe, içe karşı cephedir 18 Ekim 2024 05:06
- Muhalefet sorunu 11 Ekim 2024 05:27
- ‘İç cephe’ kimlere karşı güçlendirilecek? 04 Ekim 2024 04:53
- Sorumluluk sizde 27 Eylül 2024 05:37