Düşlerini kalkanın üstüne nakışladı
Savaşların artık bitmesini isteyen emekçilerin tanrısı demirci topal Hefaystos; silah cinsinden aygıtlar değil, ama insanlara kölelik edecek cansız robotlar üretiyordu hep Olimpos’taki demirci işiğinde.
İLK KADINI O YARATMIŞTI...
Ne var ki Troya savaşları sırasında, içi acıya acıya da olsa, kendisine bir zamanlar analık eden tanrıça Tetis’i kıramadığı için, onun oğlu Ahilleus’un ölümünü biraz öteleyecek bir kalkan dövmek zorunda kaldı...
Gelecek kuşaklara örnek olması için, çok sevdiği dünyamızın o çileli insanlarıyla, ama özellikle kadınlarıyla ilgili desenler de nakışlamaya başladı bu kalkanın üstüne. Zaten “tanrıların armağanı” anlamına gelen Pandora adlı ilk kadını da, kendi elleriyle yoğurduğu çamurdan kendisi şekillendirmişti. Ve o ilk kadının bu hamuru içine; onu onurlu bir insana dönüştürecek akıl, direnç ve de kesinlikle gereksinim duyacağı gözyaşları da koymuştu...
HELENA’YI DÜŞÜNDÜ DAHA ÇOK...
İşte kalkanı çekiciyle döverken, sözde Troya savaşlarının nedeni sayılan güzel Helena geldi birden tanrı Hefaystos’un gözlerinin önüne... Dünya erkek egemenlerinin, bir günah keçisine dönüştürdükleri o çileli ve yiğit kadını düşünmeye başladı...
Gerçekten de eskiçağda dillere destan olan Yunanistanlı güzel Helena, Baştanrı Zeus’un dünyamızdaki ölümlü bir kadınla olan aşkından dünyaya gelen kızlarından biriydi… Helena büyüdüğünde öylesine güzelleşti ki, evren güzeli tanrıça Afrodit bile onu kıskanmaya başladı! Yunanistan’da onunla evlenmek isteyen damat adayları, neredeyse birbirleriyle kanlı bıçaklı olacaklardı!.. Sonunda bu adaylar aralarında anlaştılar: Güzel Helena’yı istediğiyle evlenme konusunda özgür bırakacaklar; ama başına bir şey gelirse, hep birlikte onun yardımına koşacaklardı...
Bu uyuşmadan sonra güzel Helena; Yunanistan’ın Başkralı Agamemnon’un kardeşi ve Sparta kenti kralı Menelaos’u, bir yazgı gibi kendine eş seçti!.. Bu evliliklerinden çocukları oldu. Gene yazgının bir cilvesi olarak, bir ara Yunanistan’a gelen ve saraylarına konuk ettikleri Troyalı yakışıklı prens Paris’e; evren güzeli tanrıça Afrodit’in gönderdiği aşk okları yüzünden, deli divane vuruluverdi!.. Ondan sonra da güzeller güzeli Helena; Paris’le birlikte, Troya sarayında aldı soluğu!..
AFRODİT AŞK OKLARI SALDI...
Bu “yazgı” denilen olayın da geçmişteki bazı oluşumlara dayanan bir nedeni vardı: Tanrıça Afrodit; Kazdağları’nda ilk kez düzenlenen üç tanrıça arasındaki “Altın Elma Güzellik Yarışması”nda, tanrılarca tek seçici olarak atanan Troya kralının oğlu Paris’e, evren güzeli seçilebilme karşılığında rüşvet olarak, güzel Helena’nın aşkını önermişti!..
Evren güzeli seçilip muradına eren tanrıça Afrodit de; sözünü yerine getirmek üzere, yanından hiç ayrılmayan ve ‘Aşk’ anlamına gelen Eros adlı yaramaz çocuk aracılığıyla, o ünlü aşk oklarını gönderdi Helena’nın yüreğine. Ve haliyle Helena’nın yüreği; Troyalı Paris’i görünce aşk kıvılcımlarıyla tutuşuverdi!.. O yüzden de; tacını tahtını bırakıp deli divane vurulduğu Paris’le, Troya krallık sarayına gelin gitti...
Bunun üzerine Yunanistanlı Başkral Agamemnon; Troya prensi Paris’in güzel Helena’yı zorla kaçırdığı gerekçesini öne sürerek, çok varsıllaşan Troya krallığına savaş açtı. Ayrıca Baştanrı Zeus’la bu konuda üç kez konuştuğunu ve Baştanrı’nın kendisini Helena’nın namusunu temizlemekle görevlendirdiğini öne sürdü buyruğundaki halklara... Oysa bütün amacı, Troya hazinelerini yağmalamak ve oradan köle olacak kızlar-kadınlar devşirmekti! Çünkü insan köleler; en çok para getiren, alınıp satılan en değerli ve geçerli ‘mal’dı!
İşte bütün bunları düşünerekten tanrı topal Hefaystos, güzel Helena’yla ilgili desenler dövmeye başladı kalkanın üstüne; coşkuyla ve de sevgiyle...
ZEUS DA BİR KARTAL SALDI...
Alnından dökülen terleri, her zamanki gibi gülümseyerekten siliyordu arada bir. Kalkanın üstüne çekiciyle dövüp resimlediği güzel Helena’nın sağına, demirci tanrı Hefaystos; tarlalarında, işliklerinde, kavgasız dövüşsüz çalışıp üreten ve de ürettiklerini kardeşçe bölüşen mutlu insanların bir kentini nakışladı... Bu kentin dışında gepgeniş asma bağları, buğday tarlaları vardı...
Gençler bu tarlalarda hem çalışıyor, hem arada halaylar çekerekten eğlenip dinleniyorlardı...
Gençler böyle böyle hem çalışıp hem eğlenirlerken, Baştanrı Zeus’un Olimpos Tanrılar Ülkesi’nden saldığı bir kartal, yavaş yavaş süzülerekten kentin üstünde dolanmaya başlıyordu. Gençler kartalı görünce gülerek el sallıyorlar; “Dünyayı gönlümüzce biz dönüştüreceğiz; git söyle Zeus’a!” anlamında çığlıklar atıyorlardı...
İşte dünya emekçilerinin tanrısı demirci topal Hefaystos, arada bir soluklanıp terini silerekten, dünyamızdaki insanların bir gün kesinlikle ulaşacakları o mutlu dünyayla ilgili başka görüntüler de nakışladı kalkanın üstüne...
****
Bu hafta, okurum İbrahim Ergen’in “Knidos Afrodit’i” adlı şiirinden, (yer darlığı yüzünden)bazı alıntılar sunuyorum...
****
(...)
Ben Afrodit’im.
Birlikte yaratılanlar sevecekler,
Bu benim yasam:
Sevgiyi yüreklere bölüştürdüm.
(...)
Bazen bana Havva dediler,
Bazen Meryem.
Ben Horos ve doğuran İsis değil miyim?
Ben aşkım,
Bazen öz kardeşlerin bölüştüğü,
Işıkla, sevgiyle,güzellikle sunduğum.
(...)
Açık dudaklarından kokular soluyan çiçeklerde
Yağmurda, renkte, türküde
İnsanı çağıran ben’im.
Evrensel'i Takip Et