Ankara katliamı sonrasında yaşananlar, gerek siyasal iktidar ve destekçileri tarafından geliştirilen savunma mekanizmalarının gerekse toplumsal kesimler arasındaki kutuplaşmanın artık gerçeklikten kopuş aşamasına ulaştığını gösteriyor. 

Örneğin “hukuk devleti ilkeleri gereği” canlı bombaya eylem yapmadan önce dokunulamayacağını açıklayan Başbakan, iki yıldır istihbarat takibi altında olan şüphelilerden birinin katliam sonrası kaçmış olmasından basını sorumlu tutuyor. 

Taşıdığı siyasi sorumluluk gereği istifası istenen İçişleri Bakanı, bu beklentileri ‘siyasi’ bulduğu için ciddiye almıyor.

Cumhurbaşkanı ise “Her olayda da istifa mı olur?” diyerek, başkentin göbeğinde yüzden fazla insanın katledilmesine neden olan bir saldırının aslında ne kadar da “sıradan” olduğuna toplumu ikna etmeye çalışıyor. Ve en “tarafsız” sıfatıyla, partilerini iktidara taşıyamayan muhalefet liderlerinin de istifa etmediğini hatırlatıyor.

Gerek yapılan bu tür kıyas ve açıklamalar gerekse katliamın ilk anından itibaren siyasal iktidarın her kademede ortaya koyduğu tutum, yönetim zafiyetinin nasıl bir kontrolden çıkış halini aldığını açıkça gösteriyor. İçerideki tüm muhalifleri aynı potada eriterek tabanını konsolide etme çabası AKP açısından yeni bir şey olmasa da, uluslararası alanda birbiriyle savaşan tüm güçlerin sırf AKP’yi zor durumda bırakmak için bir araya geldiğini iddia etmek AKP için bile yeni bir bilinç haline işaret ediyor.

İktidarın 13 yıldır fütursuzca sürdürdüğü “sorumluluk almama” politikası yeni bir şey olmasa da, Ankara katliamının siyasi sorumluluğunu Demirtaş ve Kılıçdaroğlu arasında pay etme çabası AKP sınırlarını bile zorlayan bir hezeyan halini ifade ediyor.

Öte yandan benzer bir akıl ve vicdan tükenmesi iktidarı destekleyen kesimlere de sirayet etmiş durumda. 
Örneğin katliam sonrası dünyanın dört bir yanından emek örgütleri sendikalarla dayanışma içinde olduğunu bildiren mesajlar yollarken Memur-Sen ise katliamı lanetlemek ve cenazeleri kaldırmak için yapılan iki günlük iş bırakma eylemlerinin “vatana ihanet” olduğunu ilan ediyor. 

Yas gününe denk gelen milli maçta katledilenler için yapılan saygı duruşunun ıslıklarla kesilmesi ya da anılarına bırakılan karanfillerin tekmelenmesi ise Abdullah Gül’ün taziye telefonları kadar yadırganmıyor.
AKP’nin kendinden olmayanı yok saymak ve düşmanlaştırmak çerçevesinde sürdürdüğü siyaset anlayışı giderek nesnel gerçeklikten bütünüyle koptuğu bir aşamaya ulaşıyor. Bu siyaset tarzının başlıca enstrümanı olan kutuplaştırma politikaları ise toplumu sadece kamplaştırmakla kalmayıp, ibretle görüyoruz ki, telafisi güç bir zihinsel ve vicdani sakatlanmayı da beraberinde getiriyor.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Palavra çöktü

Palavra çöktü

Merkez Bankası, 2025 yıl sonu enflasyon tahminini, daha yılın ilk sunumunda yüzde 21'den yüzde 24'e yükseltti. Enflasyonu düşürme bahanesiyle 20 aydır ücret ve maaşlara saldıran ekonomi yönetiminin hiçbir öngörüsü gerçekleşmedi. Enflasyonun temel sebebinin iç talep ve ‘ücret artışları’ olduğu palavrası tamamen çöktü.

2025’te asgari ücrete yüzde 30 zam

Memur ve emeklilere yüzde 11.54 zam

İşçi emeklilerine yüzde 15.75 zam

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
RTÜK Başkanı “Ülkemizde olumlu olaylar olmuyormuş gibi haber servis ediliyor” deyip ‘yandık’, ‘bittik’ haberleriyle karamsarlık aşılandığını savundu, ceza tehdidinde bulundu.

Evrensel'i Takip Et