20 Ekim 2015

Erhan'ı çok özlüyorum

Yakınları olarak biz ona “Erhan” derdik. Gerçek adı Erhan’dı zaten. “Bozkurt” olan soyadını kullanmak istemediğinden, “Ahmet Erhan” diye bir şair adı takmıştı kendine. İyi etmişti, edebiyatımıza bu güzel adla geçmiş oldu.
Mersinli olan, ama 80’li ve 90’lı yıllarda Ankara’da yaşayan Erhan, “Anadolu insanı”nın saymakla bitmeyecek çok yönlü vasıflarını taşıyan, kimi zaman da onu içtenlikle dışa vuran, incelikli bir aydınımızdı. Yaptığım bu tanımla “Şairdi” demek istiyorum. “Şair” olduğu için, ona “köylü kabalığı” değmemişti. Ama “Mersinli” tarafını korumuştu. Konuşma sırasında “Bah heleeee!” diye içten gelen seslenişi, bu belirtmek istediğim özelliğinin bir örneğidir: “Bah heleee”, yalnızca “Bak ne diyeceğim” anlamında değildi; belki daha çok, Anadolu insanının “Bir de beni dinle” anlamındaki yumuşak uyarısıydı. 
Şiirinde de söz konusu kişilikli seslenişi duyumsatır Erhan: 70’li yılların sonlarında, “İkinci yeni”nin getirdiği “şâirane” deyişle devrimci düşüncenin kestirme anlatımını birleştirmişti. Bu gibi taraflarından ötürü, şiirimizde “80 kuşağı”nın öncüsü sayılır.
Madımak katliamından sonra bize zor gelen Metin’siz ve Behçet’siz zorlu Ankara yıllarında, Erhan’ın en yakınındaki insanlardan biriydim ve doğrusunu isterseniz onun “Rakı şişesinde balık” olma durumuna artık karışmıyordum.
Şimdi bütün bunlar bana “boş lâf” gibi geliyor. Gerçek şuydu: Ne ben ne de Erhan, her gün görüştüğümüz, yiyip içtiğimiz Behçet Aysan ve Metin Altıok’un ölümünü kabul edememiş olmanın boktanlığı içindeydik. İşte o günlerde, cumhur cemaat yaptığımız bir Antalya gezisi vardı ki, aklımdan hiç çıkmaz:   
90’lı yılların ortalarıydı, Antalya’daki edebiyatçı dostlarımızın daveti üzerine, benim 23 yıl kullandığım “Tosbağa” denen arabayla bir bahar zamanı Ankara’dan yola çıkıp bu kente gitmiştik. Arabayı ben kullanıyordum, yanımda Erhan oturuyordu; arkada ise eşlerimiz ve bizim sevgili koca köpeğimiz “Buruşuk” vardı. Yolda işte böyle Çingene obası gibi seyredip giderken Buruşuk, arkadaki kanepeden ikide bir kafayı uzatıp Erhan’ın ensesini bir koklayıp bir yalıyor, Erhan ise bunu umursamaz gözüküyordu. Yol boyunca bu ikisi arasındaki içten bağlılığı anlatmayı başaramayacağım için, Antalya dönüşünde Erhan’ın Buruşuk üzerine müthiş bir şiir yazdığını hatırlatmakla yetineceğim. Üstelik, bu şiirin yer aldığı kitabının ilgili sayfasına Buruşuk’un fotoğrafını da koymuştu Erhan. 
Antalya’da yineleyip durduğumuz slogan şuydu: “İnsanı sevmenin yolu, nebatat ve hayvanatı sevmekten geçer!” 
Antalya’nın bitki örtüsü ve bir de Buruşuk, sloganımızı doğruluyordu…
Erhan’ı çok özlüyorum… 

Evrensel'i Takip Et