Vaatçilikten yasakçılık ve tehditçiliğe!
Fotoğraf: Envato
AKP’nin halka “vaatleri”, “Bize oy vermezseniz sokaklarınıza beyaz Toroslar iner” demeye kadar geldi.
Evet, seçimlerde siyasi partiler, vaatlerde bulunurlar. Vaatlerden bazıları, rüşvet mahiyetindedir; popülist burjuva politika erbabı bunu para dağıtmaya kadar götürür. Ve seçimlerde geleneksel olan ve herkesin alıştığı da budur; politika erbabının halkın hoşuna gidecek vaatlerde bulunmasıdır.
AKP vaatçilikte ve vaatleri rüşvete dönüştürmede, popülizmde, bütün öncüllerini ve öteki düzen partilerini fersah fersah geride bırakmıştır.
Yine seçim dönemlerinin, özgürlüklerin daha geniş kullanıldığı dönemler olması da seçimler için klasik özellik olagelmiştir. 13 yılık AKP iktidarı dönemlerinde de bu pek değişmemiştir.
2011 seçiminden sonra AKP, muhalefete, özellikle HDP’ye karşı daha saldırgan bir seçim stratejisine yönelse de 7 Haziran seçiminin de vaatçiliğin öne çıktığı, özgürlüklerin daha geniş biçimde kullanıldığı bir seçim olduğunu söyleyebiliriz.
Ancak 7 Haziran seçiminde bırakalım seçimden umduğu 400 milletvekilini, tek başına iktidarı bile olmadığı gibi seçimin açıkça kaybeden tek partisi olunca AKP’nin bu seçimden çıkardığı ilk sonuç, “Barışçıl koşullarda vaatçilik yaparak seçime gitmenin AKP’ye değil HDP’ye yaradığı” oldu.
Ve bu değerlendirmelerin sonucunu biliyoruz: Üç yıldır süren “çatışmasızlığın” bitirilmesi, çözüm sürecinin rafa kaldırılması, savaş, “şehit cenazeleri” etrafında şovenizmin kışkırtılmasına ve Vandalların harekete geçirilmesine hız verilmesi oldu!
Nitekim 6 Eylül günü, Dağlıca’da çok sayıda askerin hayatını kaybettiği “Zırhlı araca mayınlı saldırı” sonrasında yaptığı açıklamada Erdoğan; “Eğer 400 milletvekilini ve Anayasa’yı değiştirecek sayıyı bir parti almış olsaydı (Bu parti AKP’ydi), bugün bunlar olmazdı” diyerek, “erken seçime” nasıl gidileceğine dair niyetini de açık etmiş oldu.
Önceki gün de Van’daki, AKP’nin gövde gösterisi yapma amaçlı seçim mitinginde, küçük bir kalabalığa hitap eden Başbakan Davutoğlu, “AK Parti iktidardan indirilirse buralarda terör çeteleri dolaşacak, beyaz Toroslar dolaşacak” diyerek Erdoğan’ın söyleminin bölgeye has yanını ifade etti. Yani Başbakan Vanlılara, onların şahsında tüm bölge halkına, “AKP’ye oy vermezseniz faili meçhuller, kayıplar, suikastlar yeniden başlar” demiş oldu!
Öte yandan 1 Kasım seçimine doğru gittikçe özgürlüklerin kullanılması sınırlarının iyice daraltıldığı bir ortam oluşturuldu. Yasaklar ve sınırlamalar, HDP’nin Seçim Bildirgesi’nin, “öz yönetim talebi var” gerekçesiyle, mahkeme kararıyla toplatılmasına kadar gelindi. Öte yandan gazetelere, gazetecilere yönelik ifade özgürlüğünü baskılayan saldırlar ise Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin “PKK terörist değildir” demesi bahane edilerek, derdest edilerek gözaltına alınmasına kadar vardı.
Kuşkusuz siyasi ortamın böyle gelişmesinin birinci dereceden sorumlusu, ülkeyi 13 yıldır yöneten ve devletin bütün güç (Aynı anlama gelmek üzere şiddet kullanma) odaklarını eline geçirmiş olan AKP’dir.
Kısacası Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin başında yürüdüğü AKP, 1 Kasım seçimine;
1- Vaatçiliğin yerine tehdit, “AKP iktidar olmazsa savaş gelir, beyaz Toroslar gelir” diyerek şantaj çizgisiyle
2- Özgürlükleri kısıtlayarak, Kürt güçleriyle çatışmaları kışkırtarak, devletin legal ve derin (kontra güçlerini, ırkçı, şoven şeriatçı sivil odakları) bütün güçlerini harekete geçirerek, ifade özgürlüğü başta olmak üzere özgürlükleri kısıtlayan, hatta yok sayan bir seçim stratejisini benimseyerek giriyor.
Bu, halka verecek bir şeyi kalmayan, siyasi ömrünü bitirmiş tüm iktidarların geldiği son duraktır. AKP’nin de 13 yıllık iktidarından sonra artık halka vaatler vererek ilerlemek için bir mecali kalmamıştır. Bu yüzden elinde kalan son şeye, zulme, özgürlükleri kısıtlamaya, tehdit ve şantaja yönelmiştir. AKP’nin bölge çapında bir gövde gösterisi olarak tasarlanan AKP’nin Van mitingi, “sıradan bir miting” bile denmeyecek cılızlıkta kalarak, AKP’nin bölgedeki bitişinin işaretlerini de ortaya koymuştur.
Çünkü şantaj, tehdit, yasaklar zaman zaman sonuç almıştır. Ama 1 Kasım’a 10 gün kala bütün belirtiler göstermektedir ki, zaman o zaman değildir.
Zaman, özgürlük ve barış talep edenlerin zulme, şiddete boyun eğmeyeceklerini hayatları pahasına gösterdikleri bir zamandır.
Bu yüzden de AKP’nin şiddet ve politikası geri tepecektir! Bahçeli’nin “Mecliste 5. parti kurulabilir”, “AKP Erdoğan”dan vazgeçebilir” biçimindeki seçim sonrasına dair spekülasyonlarının basın ve politika camiasında ciddiye alınması da bu yüzdendir!
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00