27 Ekim 2015 01:00

'Uyuyan hücreler'

'Uyuyan hücreler'

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Son dönemin moda terimlerinden biri “uyuyan hücreler”.
DAİŞ’in malum uyuyan hücreleri…
’90’lı yıllarda bunlar Hizbullah’ın uyuyan hücreleri idi. Az vahşet yapmadılar. Az aydın öldürmediler.
’70’li yıllarda  faşist hareketin uyuyan hücreleri. Az aydın, yurtsever, genç öldürmediler.
1960’lı yıllarda Komünizmle Mücadele Derneklerinin, İslam eğilimli Mücadele Birliğinin uyuyan hücreleri.
1960’lı yıllarda Türkiye’de büyüyen  antikomünist İslami hareketin arkasında en büyük finans kaynağı Suudi sermayesiydi.
Vahabilik, Arap çöllerinde boy verdi, 18. yy.ın sonlarında ve başlarında. İslam’ın özüne dönmekti iddiaları. Peygamberin mezarını ziyaret bile onlara göre “şirk”, yani Tanrı’nın tekliği inancının ihlali idi. Bir çok türbe yanında Muhammed’in türbesine bile saldırdılar bu nedenle.
Osmanlı epey uğraştı sonunda, ama İngiliz himayesinde küçük bir hakimiyet alanı elde etmeyi başardılar. İngilizler, Muhammed’in soyundan gelen Mekke Emirinin önderliğindeki Arap ayaklanmasını satınca da ortalık onlara kaldı. ’30’lu yıllarda İngilizler Musul petrolünü ne Fransızlara ne Amerikalılara kaptırmayınca da, taze bulunan Arap çölü petrolleri, Amerika’nın desteği ile, Vahabi Suud ailesinin bütün Arabistan’ı denetimleri altına almaları mümkün oldu.
Her ne kadar Vahabi inancına aykırı olsa da, Mekke ve Medine’nin ele geçirilmesi Suud ailesine petrol geliri yanında çok önemli bir Hac geliri ve aynı zamanda İslam dünyasındaki politikaları etkileme olanağı sağladı.  ’50’li yıllarda Arap milliyetçiliğinin yükselmesi ve Sovyetlerle ittifaka yönelmesi sonucunda, soğuk savaş ve McCartizm döneminde, ABD yönetimi İslam’ı siyasal olarak kullanma politikalarını devraldı.
İslam’ı siyasal olarak kullanma politikası 1. Dünya Savaşı’nda Alman militarizmi tarafından başlatılmış, bu politika Hitler Almanyası tarafından canlandırılmıştı. Ama ne zamanki Sovyet bloku yükseldi, bu işlerin uzmanları, ABD tarafından, aynı Atom bombasını hazırlayan ekip gibi devralındı. “Uzman uzmandır!” Bir merkez İslami açıdan Suudiler ise, pantürkist akımlar açısından ise ABD’nin Doğu Bloku ile mücadele merkezi olan Münih idi.
Türkiye’deki faşist hareket 2. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanya’sı ile bağlantılı idi. Stalingrad sonrası Sovyetlerin yenilmeyeceği anlaşılınca yapılan 1944 tutuklamaları Ankara’nın Sovyetlerce cezalandırılma endişesinin sonucu idi. Gestapo eğitimli 1. Şube’nin pantürkistlere uyguladığı işkenceler, bu kuşakta önemli bir travma bırakacaktı. Ama CHP yönetimi bir yıl geçmeden önlerini açacak TAN ve diğer sol basını birlikte ateşe vereceklerdi. (Onun için bir CHP-MHP koalisyonunun her zaman zemini vardır).
Türkiye’deki antikomünist harekete karşı, “uyuyan hücreler” ’60’lı yıllarda TİP’in yükselişi, aynı zamanda Nasırizm, Cezayir Kurtuluş ve Baas’ın yükselişinde etkilenen “sol” Kemalizmin yükselişi karşı iki cepheden, yani pantürkist gelenek ve İslami gelenek üzerinden harekete geçirildi.
Sonra bu iki hareketin karması olan hareketler de gelişecekti. Pantürkist geleneğin temsilcisi Türkeş 1944 yılında tutuklananlardandı, ama orduya döndüğü gibi, ’50’li yıllarda ABD’de eğitim görecek, sık sık Münih’teki merkeze uğrayacak, “komando” adı altında sivil bir milis gücünü eğitmeye başlayacaktı.
Bay Ecevit de, ’70’lerde Başbakan iken Özel harp Dairesi ile tanışıp, hayretlere düşecekti. İslami gelenek üzerinde ise, Komünizmle Mücadele Dernekleri yükselecekti. Linç olayı Kürtlere yönelik yeni başlamış bir olgu değil. ’60’lı yıllarda bu TİP’lilere karşı uygulanıyordu.
Bugün nasıl HDP’den Kürdistan İşçi Partisine karşı tavır alması isteniyorsa, antikomünizm (Solun her türüne, hatta sosyal demokrasiye bir tahammülü olmayan) o zaman da, TİP’den TKP’ye, Sovyetlere karşı tavır alınması isteniyordu.
1965 yılında Bağlantısızlar hareketinin öncüsü olan Endonezya’da bir askeri darbe düzenlendi, benzeri bir darbe yine öncü ülkelerden biri olan Cezayir’de gerçekleştirildi. Ve ABD, Russell Mahkemesi tarafından “soykırım” olarak nitelenen Vietnam Savaşına daldı. İslami basın Endonezya’dakine benzer bir “solkırım  çağrısı” yapıyordu. 1969 şubatında Kanlı Pazar kıyım girişimi böyle yaşanıyordu. Türkiye’de de hem İslami hem de pantürkist cepheden, “uyuyan hücreler” harekete geçirildi.
Her iki cepheden de az can almadılar. Memleket farklı kesimlerden suikasta uğrayan aydınlar, sosyalistler, yurtseverler mezarlığına döndü.
Her iki hareketin militan kadrolarından, “uyuyan hücrelerinden” ileride, bir sürü milletvekili, bakan, başbakan yardımcısı, meclis başkanı, belediye başkanı çıktı.
Bakalım, DAİŞ’in “uyuyan hücrelerinden” kimler çıkacak.
Devletin insanlığa karşı suçlar dahil, sınırsız “suç işleme özgürlüğü” olduğu bu ülkede, cezasızlık devam ettiği sürece, tarihin farklı düzlemlerde farklı kuşaklar ve kesimler açısından kendisini tekrarlamasına şaşmamak gerek.
Tek fark, geçmiştekiler bu işlerin üstünü örtmeyi daha iyi beceriyorlardı. Ama her ne kadar kendilerini,”ustalığa” geçmiş saysalar bile, çok acemiler ve ellerine yüzlerine bulaştırıyorlar.
Alet aletliğini bilmeli. Bilmeyip daha fazlası olamaya kalkınca, kullananlar bir gün, “Hadi oradan” deyiverirler.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa