Cumhuriyet
Fotoğraf: Envato
Cumhuriyetin 92. yılındaki siyasi kriz kuruluş yıllarındaki temel anayasal sorunları tekrar güncelliyor: Devlet başkanlığı ve hükümet başkanlığının bir kişinin elinde olup olamayacağı sorunu ve devlet teşkilatının idari yapısı. Dolayısıyla bugünkü krizin çözümünü ele alırken kuruluş döneminin sorunlarını tartışmak gerekli. Örneğin, Mustafa Kemal’in “Bütün milletin hafızasında olmalıdır çünkü bu devleti kuran bir kanundur” diye tanımladığı 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu 11. Maddesinde vilayetlerin mahalli işlerde manevi şahsiyeti ve muhtariyetini (özerkliğini) tanır. 12. ve 15. maddeler arasındaki hükümler halk tarafından seçilen yerel şûralardan bahseder, valileri TBMM’nin temsilcisi olarak merkezi ve mahalli idare arasındaki eşgüdümü sağlayan bir mercî olarak tanımlar, bir mülkî amir olarak değil (Taha Akyol, Atatürk’ün İhtilal Hukuku, Doğan, s. 155-156). Atatürkçü anayasa hukuku profesörü Mümtaz Soysal ünlü ders kitabında bu hükümleri şöyle yorumlar: “Hattâ, 1921 Anayasası bir ‘halk hükümeti’ kurmak amacında o derece ileri gitmektedir ki, illerdeki ve bucaklardaki yönetimin seçimle işbaşına gelen ‘şûra’lara (yönetici meclislere) bırakılmasını, eğitim, sağlık, ekonomi, bayındırlık ve sosyal yardım gibi işlerin onlara devredilmesini öngörmektedir. Ancak, Kurtuluş Savaşı’nın havası içinde bu pek demokratik hükümler gerçek anlamıyla uygulanabilmiş değildir” (Anayasaya Giriş, İmge, s. 183). Bu hükümler uygulanmamış ancak ortak vatan düşüncesi temelinde ve TBMM’de yerel kongrelerden gelen delegelerce sürdürülen mücadele meşruiyetini bu hükümlere dayandırmıştır. Birinci Meclis Ruhundan bahsederken bu tespitleri akılda tutmakta fayda var.
Dün olduğu gibi bugün de mesele cumhuriyetin somut içeriğini tanımlama noktasında düğümleniyor. Krizi aşmamıza yardımcı olacak seçenekleri tartışırken cumhuriyetçi düşünce geleneğindeki tartışmalar yol açıcıdır. Bu geleneğin önemli temsilcilerinden Cicero Cumhuriyet adlı kitabında Scipio’nun ağzından şu tanımı yapar: “Cumhuriyet halkın mülküdür. Ancak bir halk herhangi bir şekilde bir araya getirilmiş bir insanlar topluluğu değildir. Adalet ve ortak iyi için ortaklıkta anlaşmış büyük halk kitlelerinin birlikteliğidir” (Res Publica, 41-XXV). Cicero özgürlük için halk egemenliğinin şart olduğunu ama eşitliğin olmadığı yerde özgürlükten de söz edilemeyeceğini vurgular: “Dolayısıyla özgürlük halkın gücünün en yüksek olduğu bir devletten başka bir yerde bulunamaz ve kuşkusuz hiçbir şey özgürlükten daha tatlı değildir. Ancak özgürlük herkes için aynı şey değilse, özgürlük adını haketmez. Ve sadece tebaanın köleliği konusunda hiçbir şüphe olmayan bir krallıkta değil, sözde herkesin özgür olduğu devletlerde bile nasıl özgürlük herkes için aynı olabilir? Bahsettiğim devletler halkın oy verdiği, kumandanları ve devlet görevlilerini seçtiği, oylarını almak için kampanyalar düzenlenen, kendilerine yasa teklifleri önerilen, ancak halkın sadece onaylamak istemese bile onaylamak zorunda kaldığı ve halktan kendisinin sahip olmadığı bir şeyi başkalarına vermesinin istendiği devletler. Çünkü halkın kendisi hükümet eden iktidara, yasamaya, seçilmiş yargıçların başkanlık ettiği yargıya ortak değildir, çünkü bu ayrıcalıklar doğum veya zenginlik temelinde ihsan edilmiştir” (Res Publica, 47-XXXI). Özgürlük sorununu bu açıdan ele alan cumhuriyetçi gelenek için özgürlük, liberalizmin varsaydığı gibi sadece bireysel alana müdahale edilmemesi değil tahakkümün ortadan kalkmasıdır. Müdahalesizlik ve tahakkümsüzlük ideali arasındaki farkın Philip Pettit şöyle açıklar: “Öyle olabilir ki, benim efendim nazik ve müdahale etmeme eğilimi taşıyan biridir. Ya da öyle olabilir ki, ben istediğim her şeyi yapmaya muktedir olabilecek kadar kurnaz ya da dalkavuk olabilirim. Bir efendim olduğu müddetçe ben tahakküm altındayım; efendi müdahale etmediği müddetçe müdahalesiz bir hayat sürerim” (Cumhuriyetçilik, Ayrıntı Yayınları, s.44). Dolayısıyla önüne konulan seçenekler arasında müdahalesiz ama pasif bir seçim yapmak değildir cumhuriyetçi özgürlük; seçenekleri belirleme, seçenek yaratma kudretidir. Seçenekleri yaratabilmek için tarihimizi de ne istediğimizi de tartışabilmemiz gerekiyor. Umalım ki önümüzdeki seçimler böyle bir tartışma ortamının oluşabilmesine vesile olsun.
- Türkiye-Suriye ilişkisi 18 Aralık 2024 04:58
- Ortadoğu’da yeni döneme girerken vaziyet 11 Aralık 2024 04:32
- Lindner’in komplosu ve Almanya’da seçimler 27 Kasım 2024 04:40
- Trump'ın zaferi: Enflasyon algısı ve 2008 sonrası aile şirketleri 13 Kasım 2024 04:08
- ABD’de seçimler ve yeni saflaşma 06 Kasım 2024 04:51
- Yeni Yeşil Düzen’in sergüzeşti 30 Ekim 2024 04:35
- Tırmandırarak gerilimi azaltmak 02 Ekim 2024 04:16
- AfD’li sınıf fraksiyonları ve aile/cinsiyet politikaları 11 Eylül 2024 05:03
- Saksonya ve Thüringen'de seçimler 04 Eylül 2024 04:30
- AfD'nin aile politikası 28 Ağustos 2024 04:15
- Thüringen'de nüfus, aile ve siyasi eklemlenme 21 Ağustos 2024 04:39
- Taşra ve siyasi kültür: Doğu Almanya'da seçimlere doğru 14 Ağustos 2024 04:22