04 Kasım 2015 00:51

Muhasebe zamanı

Muhasebe zamanı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

HDP’nin barajı fazlasıyla aşarak Meclise dördüncü parti olarak girdiği 7 Haziran seçimleri ezberlenmiş formüllerle işleyen mevcut parlamento matematiğini geçersizleştirmişti. Bu durumun egemen siyaset biçiminin bir temsiliyet kriziyle karşı karşıya kaldığı anlamına geldiği o zamanlar çok söylendi. Devlet bu süreçten ya kendi yapısal ayarlarını HDP’nin yaptığı sürprize uygun değiştirerek çıkacak ya da kriz derinleşecekti. Devlet kurumlarının büyük çoğunluğunu tek başına bünyesine toplamış olan AKP ikincisini seçti. Zaten iç ve dış politikada düştüğü sıkışıklık diğer seçeneğe yönelmesine izin verebilecek durumda da değildi.  
7 Haziran seçimlerinde ortaya çıkan tablo öncelikle Kürt sorununun çözümü konusunda farklı eğilimlere sahip partilerin hiçbirinin gönlündeki aslana uygun değildi kısacası. Koalisyon kombinasyonlarının pratikte boşa çıktığı bir süreç önceki gerilim birikimini de devralarak başlamış oldu.  Dört partinin ikisinin veya üçünün gri bölgelerde bulaşabilme imkanı yoktu; olsaydı bile, bu buluşmanın uzun ömürlü olamayacağı herkesin malumuydu. Dolayısıyla 7 Haziran, krizi çözecek değil krizi derinleştirerek taşıyacak bir sonuç vermiş oldu. Bu tablo bizi 1 Kasım seçimlerine kadar getirdi.
Şimdi alınan sonuçlar AKP açısından son derece memnun edici. Daha önce ağırlığını 28 Şubat ve türban geriliminin oluşturduğu kutuplaşmanın dağılmış olduğunu gösteren 7 Haziran seçimlerinden hemen sonra hükümet siyaseti, bu kez halkı terör ve huzur ikilemine hapsederek kendini yeniden kurmuş görünüyor. Bir süre daha bu yeni kutuplaştırma siyaseti üzerinden yürünecek.
AKP’nin dışındaki siyaset kesimleri de şimdiye kadar bu kutuplaşma biçimini esas alarak politika yaptılar. AKP’nin değirmenine ana muhalefet partisinin eşsiz katkısıyla bir hayli su taşındı. Bloklaşmanın çizgisini AKP nereden çizmişse onun karşı tarafındaki dağınık güçleri toplamanın seçim başarısı için yeterli olduğunun sanılması iki seçim arasındaki beş aylık sürecin iktidar partisinin derlenip toplanmasına yaradığı anlaşılıyor.  
Bu kez sandıktan başarıyla çıkan;  Fırat’ın doğusu ve batısı arasında çizilen; Batıda ve Batılıların arasında patlayan canlı bombalarla semeresi alınan güvenlik eksenindeki kutuplaştırma politikası oldu. CHP olası bir büyük koalisyonun hayaliyle aslında bu sonuca izin verdi. Kürt siyaseti ise hem kendi iç sorunlarından hem de “Türkiyelileşme” projeksiyonundaki bir dizi hatadan dolayı Fırat’ın doğusuna sıkıştırılma sorununu aşamadı.
1 Kasım seçimleriyle ortaya çıkan tablonun esasen 7 Haziran seçimlerinin ortaya çıkardığı kriz tablosunun aşıldığı anlamına geldiğini bir tek AKP düşünebilir.  Oysa geniş kesimler açısından, güvenlik kaygısının ötelediği temel toplumsal sorunlar şimdilik bastırılmış görünse de bu bastırmanın yol açtığı birikimin neredeyse bir doygunluk noktasına geldiği fay hattı derinleşti. 7 Haziran seçimlerinden kısa bir süre önce binlerce metal işçisinin fiili grevle izah etmeye çalıştığı, ancak yeterince dikkat yöneltilmeyen alternatif siyaset dersinden öğrenilmesi gereken çok şey var. Çoğu AKP ve MHP’ye oy veren işçilerin kendiliğinden hareketinden, mevcut bloklaşmaların ötesinde bir siyaset yapmanın olanakları üzerine siyaset dersleri alınabilir.
Doğrudan doğruya, toplumsal kesimlerin indirgenemez ve ötelenemez taleplerinden hareket etmenin, siyaseti işyerlerinde, semtlerde, mahallelerde ortaya çıkan somut talepler üzerinde inşa etmenin ve halk blokunu kurmaya buradan başlamanın yukarıdan dayatılmış giderek kutuplaşmaya dönüşmüş bloklaşma biçimini aşmakta yegane yol olduğu bu derslerden biridir. Aksi takdirde her seçim döneminde egemen siyasetin toplumun bir kesimini diğerine karşı buluşturduğu ve birbirine bağladığı ideolojik kutuplaşmaların içinde bulacağız kendimizi. Metal işçilerinin bir grev sürecinde kendi kendilerini yönetmek için kurdukları komitelerle Kürtlerin kendi kendini yönetme talebi arasında bir ilişki kurulamaz ve Gezi direnişinin ortaya çıkardığı inisiyatif ve birlik biçimleri buna eklenemezse Fırat Nehri ideolojik ve siyasi bir sınır olarak kutuplaştırmanın coğrafi aracı olmaya devam edecek. O olmazsa bu sınırı türban ya da yarın başka bir şey çizecek. Osmanlı’da oyun çok!
O halde şu muhasebe zamanında halk güçlerinin en geniş birliğinin nasıl kurulacağı sorusu öncelikle yanıtlanması gereken sorulardan biri olarak beliriyor. Her milliyetten, dinden, mezhepten emekçilerin, halkların talep eksenli, demokratik işleyişli mücadele birliğinin inşası için harcanacak çaba AKP’ye oy vererek bir çıkış bulabileceğini zanneden yoksul ve muhafazakar emekçilerin egemen siyaset tarafından araçsallaştırılmasının da panzehiri olma işlevi görecektir. 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde istikrarın değil tersine krizin göstergesi olarak ortaya çıkan Meclis aritmetiği, siyaseti seçimlere kilitlemek suretiyle çözülemez. Bu konuda geniş bir mutabakat var zaten ama siyaset yapılan alanları çoğaltmak konusunda bildik formülleri aşmak konusunda bir irade henüz belirmiş değil.
Oysa unutmamak gerekir; emekçilerin bir kısmının “emanet” oyları yüzde 49’u oluşturmuşsa da halk “kutup”unun potansiyeli “yüzde 99”u buluyor. Aslolan da bu.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa