11 Kasım 2015 01:00

Merhametiniz kalsın, adalet alalım!

Merhametiniz kalsın, adalet alalım!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Empati, doğruluk, yardımseverlik, hoşgörü, kanaatkârlık, sabır, saygı toplumsal ilişkilerin ahenkle sürebilmesi için her bireyin benimsemesi gereken değerler arasında yer alır. Arkadaşınızdan, ailenizden size hoşgörü, sabır, saygı vb. göstermesini bekleyebilir, özgüvenli insanları beğenir, alçakgönüllülüğün ikili ilişkileri kolaylaştıran bir özellik olduğunu düşünebilirsiniz. Ama devletten bunları beklemezsiniz. Devletten adil olması, belirli bir hukuk çerçevesinde hareket etmesi, kendi davranışlarınızın yaptırımının veya haklarınızın keyfiyete bağlı olmasını değil yasalara göre değerlendirilmesini istersiniz. Merhamet mesela, modern devletle ilişkilenen kavramlar arasında yer almaz. Büyüğün küçüğe, güçlünün zayıfa, annenin çocuğa duyacağı bir histir o. Devletin merhametinden bahsedildiği anda ise yasa ve hukuk iptal olmuştur, tersine orada öznel yargı ve önyargılar hüküm sürer.
Devlet ile kişi arasında merhamet ilişkisinin önemli bir yer tuttuğu toplumsal ilişkiler de olmuştur kuşkusuz. Ama böyle toplumlar ve devletler, yüzlerce yıl geride kaldı.
Bakın Davutoğlu bir keresinde ne demiş: “Eğer devlet kudret sahibi olup da, şefkat ve merhametini yitirirse tiranlaşır, zorbalaşır.” Oysa devlet şefkat ve merhametini yitirirse değil, evrensel insan haklarına, halkın taleplerini gözeten bir hukuka uymadığı, onu askıya aldığı zaman tiranlaşır.
Devlet ile merhamet sözcüklerini aynı cümlede kullanan tek kişi Davutoğlu değil. Zaten son derece güdük sosyal politikalar tasfiye edilip yerine yardımlar ikame edilirken de birçok kez duymuştuk bu türden cümleleri. Sağlık sistemi özelleştirilirken yeşil kartların gündeme gelmesi sırasında, ücretler bir aileyi geçindiremeyecek kadar düşüp de aile yardımları dağıtılırken örneğin. Sosyal hizmetlerin bir yurttaş hakkı olmaktan çıkarıldığı her durumda, telafi edici her lütuf iktidar partisinin merhametiyle açıklandı.
Ne var ki, lütuf hukuktan daha itibarlı hale getirilip merhamet siyasetin başlıca belirleyeni haline gelmişse, keyfiyet sahibine karşılığında diyet isteyebileceği, pazarlık yapabileceği bir zemin oluşturulmuş demektir. Birkaç sene önce, dönemin Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, direnişe geçen Tekel işçileri için “Bizim hükümetimizin varsa bir hatası özelleştirme sonrasında ortaya çıkan, açıkta kalan işçilerimize karşı merhamet göstermesi” diyebilmiş ve işçilerin, güvencesizleşmeleri anlamına gelen 4-C statüsüne düşürülmelerini bir hükümetin yüce gönüllülüğünün alameti  olarak gösterebilmişti örneğin.
Bu günlerde bu merhamet pazarlığı tehlikeli boyutlara varmış bulunuyor. Hükümet adına konuşma cesareti bulabilen köşe yazarları da pazarlığın özneleri haline geldi. Keyfiyet iklimi buna izin vermiştir çünkü. Cumhurbaşkanı danışmanı Mustafa Varank Cemaat yayınlarının Türk Sat’tan kaldırılmasını önerdiğinde “katılıyorum çok merhametli gidiliyor” diyen Sabah yazarı Hilal Kaplan’ın; Ahmet Hakan’a “İstersek seni sinek gibi ezeriz” diyen Cem Küçük’ün merhamet pazarlığı yapabilmesinin koşullarını da keyfiyetin hakim değer haline geldiği bir merhamet piyasası oluşturdu.
14 yaşındaki çocuğun başına taşla vurup bayıltarak tecavüz eden ve hamile kalmasına yol açan şahsa, adaleti hukuk çerçevesinde uygulaması beklenen mahkemenin keyfiyet sınırlarını zorlayarak, sanığa ‘saygın tutum’ gerekçesiyle ceza indirimi yapmasını mümkün kılan da bu koşullardır.
Devlet ile yurttaş, hukuk ile birey arasındeki ilişkiyi belirleyen normlar  çiğnendiğinde ve kanun hissiyata tercüme edildiğinde orada aslında merhamet de kalmayacaktır. Devlet ve merhamet gibi yanyana durması abes iki kavramın birbirine iliştirildiği her yerden adaletsizlik çıkacaktır.
İhtiyaç olan şey merhamet değil adalettir, hukuktur. Yeni Anayasa tartışmasının ısındığı şu günlerde bunu unutmamakta yarar var.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa