Sağlık Bakanlığı ses ver!
Geçtiğimiz hafta Anayasa Mahkemesinin (AYM) aşılama konusundaki kararı, bu konudaki tartışmanın hızlanmasına neden oldu. Henüz orijinal halini görmediğimiz ama sözel ifadelerle basına yansıyan karardan anlaşılan şu: ‘Aşılanma konusunda mevzuatımızda yetersizlik var, bu durumda anne, babanın rızası ön plana çıkıyor, öyle olunca da anne, baba rızası olmadan aşı yaptıramazsınız, bu konuyla ilgili yasal düzenleme yapılsın’. AYM’nin özetle dediği bu.
Bu konunun konuşulmaya muhtaç pek çok yönü var.
Birincisi, bu aşı tartışmalarının hız kazandığı son yıllarda Sağlık Bakanlığının konu ile ilgili tutumunu net olarak görebildik mi? Yanıt: Hayır. Ülkenin sağlık otoritesi, devlet adına sağlık alanını düzenleyen Sağlık Bakanlığı sessiz kaldı. Pası Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına attı. Halk arasında bir laf vardır: Ateş üstündeki kestaneyi elinle almayacaksın! Böylece bu işi başka bir bakanlığa havale ederek sorunu çözmüş oldu.
Peki, aşı meselesi ‘Ateş üzerinde yanmakta olan bir kestane’ mi gerçekten! Evet, çünkü aşıya karşı çıkanların bir kısmı dini nedenlerle karşı çıkıyor. Diyorlar ki aşının içinde domuz kanı var, biz çocuğumuza bunu yaptırmayız. Aşıların üretiminde bazı hayvanların dokusu kullanılıyor ama domuz değil, dolayısıyla bunun doğru olmadığını söyleyecek bir sağlık otoritesine ihtiyacımız var bu ülkede.
Diğer yandan, Sağlık Bakanlığının sülük tedavisi, kupa çekme, hacamat vb. Orta Çağ tıbbı konularını meşru hale getirme konusunda pek “çalışkan” olduğunu da görelim. Aşı konusundaki bu suskunluğun bir nedeni, partisinin de tabanını oluşturan çeşitli din gruplarını rahatsız etmemek olsa gerek.
İkincisi, aşıya karşı çıkanların konuya bireysel hak ve özgürlükler açısından yaklaşmalarıdır. Konunun bu şekilde ele alınışının bir nedeni de Türkiye’de mevzuattır. Aşılama konusunda başvurulan Hasta Hakları Yönetmeliği’nin esasını bu yaklaşım oluşturuyor yani herkesin kendi bedeni üzerinde karar hakkı vardır, tıbbi girişimi reddetme hakkı vardır vb. İstenmeyen bir gebelik durumunda bu yaklaşımı reddedip, tecavüz sonucu bile olsa kürtaja izin vermeyen zihniyet, aşı konusunu nedense bu kapsamda ele alıyor. Oysa Umumi Hıfzısıhha Kanunu madde 89, bu konuda net olarak aşının zorunlu olduğunu söylüyor.
Peki aşının zorunlu olması zorbalık mıdır? Şimdi soracağım soruları herkes kendisine sorsun lütfen:
Ülkeye iki milyondan fazla aşısız ve bulaşıcı hastalık riski daha yüksek olan bir nüfus girdi ve bu insanlar Türkiye’nin her yerine dağıldılar. Suriyeli sığınmacılara aşı zorunlu olsun mu? “Suriyelilere aşı zorunlu olsun bize olmasın” diyenlere yeryüzündeki her bireyin eşittir ve eşit haklara sahip olduğunu hatırlatalım. “Onlar da olmasın biz de olmayalım” diyorsanız, ülkede bulaşıcı ve salgın hastalıkların nasıl önüne geçileceğini de duymak istiyorum.
Bir gün sizi kuduz olduğundan şüphelenilen bir sokak hayvanı ısırırsa kuduz aşısını reddeder misiniz? Kuduzun yüzde 100 öldürücü bir hastalık olduğunu hatırlayalım.
Otobüste yanınızdaki kişi ile sohbet ediyorsunuz, son derece hoşsohbet olan bu kişi hastalığından bahsediyor “verem” miş. Ve kişisel hak ve özgürlüğü kapsamında tedaviyi reddettiğini anlatıyor. Bu durumda sizin sağlık hakkınız nerede kalmış oluyor?
Sorular çeşitlendirilebilir. Burada özet olarak söylenmesi gereken şu: Aşıda toplumsal yarar ön plandadır. Kişinin aşılanması hem kendisini korur ama daha önemlisi o toplumun bütününü bulaşıcı hastalıktan korur. Ayrıca bireyin özgürlüğü, toplumu tehdit edecek boyutta bir özgürlük değildir.
Son olarak; Sağlık Bakanlığı toplumun sağlığını koruma konusunda görevini yapmalıdır. Bir, Bakanlık çıkıp açıklama yapmalı, halkın kafasındaki şüpheleri gidermeli ve daha önemlisi tarafını belli etmelidir! İkincisi, en kısa sürede konuyla ilgili bir yasal düzenleme yapmalıdır.
Evrensel'i Takip Et