18 Kasım 2015 00:51

Katliamın dili, şiddetin dili

Katliamın dili, şiddetin dili

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Fransa’da akıllara durgunluk veren, güvenlikli bir ortamda yaşamadığını geride kalanlara bir kez daha düşündürten ve hissettiren, doğal sınırları hiçe sayan ulus devletler arasındaki sahte sınırları daha da keskinleştiren ve aşılmaz hale getiren, nefret tohumları eken, ekili nefret tohumlarını yeşerten bir katliam daha gerçekleşti ve bu katliamlara silah sağlayanların aldığı siparişler yine arttı. Paris... 132 kişi... Son verilere göre tabii...

Bu şiddet ortamının kendine özgü bir dili de var. Üzülmek, kızmak, yas tutmak derken insanın gözüne gözüne giriyor, kulak tırmalıyor bu dil... Ve sonra unutma süreci... Sonra da tarihin tekerrürü... İnsanın olduğu yerde tarih tekerrür eder... İnsan ne katlettiklerini ne de katledilişlerini hatırlar. İnsan kendi kötülüğüyle yüzleşmekten kaçındığı için tekerrür eder belki de tarih...

Şiddetin öyle bir dili ve bağlamı var ki, bu yüzden Beyrut’taki saldırıda ölen 43 kişi daha az konuşuldu belki de. Şiddetin öyle bir dili ve bağlamı var ki, bu katliam haberlerinin sunulma biçiminden katliam hakkında yapılan tartışma programlarının üslubuna, bu programlara çıkartılan uzmanların uzmanlık alanlarından, bu uzmanların konuşma biçimine, ülke yetkililerinin açıklama biçimlerine kadar her şey şiddetin dili ve bağlamı olarak incelenebilir. Bunların hepsi bu şiddet ortamının, bu kanlı ortamın, birer parçası... Ve üstelik hepsi de sorumluluk düzeyinde şiddetin parçası. Şiddeti besleyen birer parçası... Bu köşe yazısı bile...

Bu yazıda sadece bu katliamların nasıl olduğuna dair tartışmaların yapıldığı programların dilinden söz etmek istiyorum. Bu programlarda herkesin gözüne sokulan uzmanlar genelde stratejist, siyasi analist, terör uzmanı denilen kişiler... Asker eskisi, akademisyen, serbest araştırmacı, siyasetçi olabiliyor bu uzmanlar. Genellikle yaptıkları şey, olayın dedikodusunu yapmak... Yani olayın nasıl gerçekleşmiş olabileceği, olayın arkasındaki güçlerin hangi yapılar ve kimler olabileceği, olayın arkasındaki, geçmişindeki siyasal gelişmeler, bu olay sonrasında hangi siyasi gelişmelerin yaşanabileceği, olayın teknik boyutları hakkında fikir yürütmek... Bunların merak edildiği düşünülüyor bu programları yapanlar tarafından. O yüzden bu programları bu şekilde yapıyorlar belki de... Günlük yaşam içinde, kahvehanede, kafede, iş yerlerinde vs. insanların konuşma konularına ve biçimlerine baktığımızda da gerçekten büyük bir heyecanla bunları konuştuğunu görebiliyorsunuz. Bu programların dili mi insanları bunları konuşmaya itiyor, yoksa insanlar bu katliamların bu boyutlarını merak ettikleri için mi bu programları böyle yapıyorlar? Her ikisi de… Tıpkı heyecanlı bir futbol maçı seyreder gibi bu katliamlar hakkındaki haberleri seyretmekle kalmıyor insanlar, bu katliamlar hakkındaki yorumları izlerken de maç yorumu izler gibi heyecanla takip ediyorlar programları. Dolayısıyla sadece şiddeti yapanların ekmeğine yağ sürmekle kalmıyor kitleler, o şiddeti sermayeye çeviren savaş baronlarının da ekmeğine yağ sürüyorlar.

Şiddet olayının, katliamın hakkında haber-yorum programı yapılması, katliama maruz kalanlar ve geride kalanlar hakkında haber-yorum programı yapılmaması (Yani çok az sayıda yapılması), şiddet mağdurlarından ziyade şiddet eylemi ve bu eylemin failleriyle ilgilenildiğini gösteriyor. Bu yüzden gözyaşları timsah gözyaşları olarak kalıyor. Bir gün de şu programlara bir psikolog, bir psikiyatr, bir sosyal psikolog, bir sosyolog çıkartın da şiddetin mağdurları olan bireyler ve toplum hakkında konuşulsun. Devletleri yöneten kişilik yapılarının psikodinamikleri konuşulsun. Şu haliyle katliamlar ve bu katliamlarda ölenler şeyleştirilmiş, başka bir deyişle sermayesiz (kapitalsiz) olamayan medyanın nesneleri haline gelmiş oluyorlar. Araya reklam koydun mu da, gelsin paralar gitsin katliamlar... Besleyin bakalım karanlık odalarınızda şiddet simsarlarını... Beslenin siz de onlardan.

Bu haliyle bu programları seyreden kitleler de aslında bu katliamlar hakkında hiçbir şey öğrenmiş olmuyorlar. Kitlelerin öğrendiği tek şey, derin ve karanlık bir korku, güvensizlik ve çaresizlik hali... Onları çevreleyen ve karşısında kimsenin duramayacağı devasa güce sahip bir terör canavarının bir gün kapılarını çalma olasılığı... Dünyadaki devletlerin hepsinin bir derin devleti olduğuna ilişkin değiştirilemez gerçek... Ya da devasa gizli servislerin at oynatır gibi ortalıkta dolaştıkları, her türlü kötülüğü üretebilecekleri ve bu kötülüklerin de yine devasa güce sahip meşru şiddet makineleri tarafından sonunun getirebilecek olması... Birer savaş makinesine dönüşmüş devletlerden başka güvenebilecek bir şeylerinin olmadığı gerçeği de öğrenilen başka bir şey... Bir de insandan ziyade zavallı, güçsüz, çaresiz, anlamsız varlıklar oldukları...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa